Biraz kafanız çalışıyorsa, biraz gözlem yapabiliyor, biraz dünyadaki gelişmeleri izliyorsanız ve biraz da nedenler üzerinde duruyorsanız, - tabi kapasiteniz doğrultusunda – üzerinize düşeni yapmaya gayret ediyor, fikir üretiyor, çözüm öneriyor, bildiğiniz doğruları anlatıyor, ilkeli davranıyorsanız o bedelin karşısında bulacağınız ilk kavram mutsuzluk olur bu ülkede.

Nereye gitsem, kiminle görüşsem ilk soru şu;

-​ “Nedir bu Adana’nın hali?”

Yanıtsız bıraksam bir türlü, cevabımı versem bir türlü...

Ikına sıkına bir şeyler söyleyip geçiştirmeye çalışsam ardı arkası bitmeyecek sorgulama sürüp gidecek. Yuvarlak sözcüklerle Konya havasıyapmaktan başka çare kalmıyor.

Futbolun Anadolu’daki beşiği Adana bugün kendine yakışmayan bir konumda. Gelinen çizgiden çok, geleceğe yönelik görüntüler umutsuz. Işık yok! Karanlıktan şikayet edip duranlar arasında bakıyorum da mum yakmaya niyetli olan da yok...

Adana garip bir kent olmuş...

Umursamazlık, neme lazımcılık had boyutta...

Bu kentte yaşayan, bu kentin nimetlerinden yararlananlar duyarsız...

Kim kime... Dum duma diye işte buna derler...

Büyükşehir olduk olmasına ama beraberinde getirdiği sorunlara hazırlıksız olunca, olumsuzlukların üstünlüğüne karşı koyamaz olduk.

İçimize sindiremezsek de sıradan kentler arasında listesine Adana da yazıldı. Güzel şeyler yaşayan, geçmişi parıltılarla süslü, övünülecek çok şeyi gerçekleştirmiş bir tarihe sahip Adanalı ister istemez burukluk içinde.

Yeni jenerasyon bunu nereden bilecek?

Onlar için İstanbul’un 3 büyükleri; Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş yeterli.

Ulusal televizyonlar, ulusal yazılı medya gençlerin beynini yıkıyor. Yetişip büyüdüğü kentin ruhunu silip götürüyor. Yerel televizyonlarımız, yerel gazetelerimiz o denli ekonomik güce sahip olamadıklarından, rekabet ortamı oluşturamadıklarından meydan güçlü olanrlara kalıyor.

Kendi çocuklarımıza bile bu yönden etkili olamıyoruz.

Ve Adana objesi yok olup gidiyor...

Bütünleşmek, kenetlenmek, tek yumruk – tek yürek olmanın bilincindeyiz de, bunu bir türlü gerçekleştiremiyoruz.

Çünkü; sevgide, inançta, yorumda birliktelik oluşturmak için gerekli mücadeleyi vermiyoruz. ‘Bu umursamazlık, bu tembellik, bu sevgisizlik devam ettiği sürece bugünleri bile arar olacağız’ kuşkusunun varlığını inkar etmenin yararı var mıdır bilemiyorum.

Bildiğim ve inandığım; gönülden isteyen uğraşında samimi olan insanların verecekleri mücadeleden er geç başarıyı yakalayacaklarına olan inancımdır...

Başarı Kaf Dağı’nın hiç de ardında değildir.

Hem de o kadar yakınımızda ki...