Tüm hazırlıklar tamamlanmış, güvertede ve makine dairesinde herkes üzerine düşeni yapmıştı. Kısacası kontroller bitmişti. Kaptan kafasında şapkası, aldığı bilgilerle motorları çalıştırıp, büyük heyecanı başlatmıştı. Kıyıdaki kazıklara bağlı halatlar sökülerek, karada bekleyenlere el sallanıp veda ediliyordu. Teknenin arka kısmında su kabartan motor sesiyle birlikte; geride kalanlarda ayrılıkla özlemin gözlerdeki ifadesi, bir kez daha kendini buğulu şekliyle gösteriyordu. Karadan yavaş yavaş ayrılan balıkçı tekneleri, uzun soluklu ve çetin bir yola girdiklerinin bilinciyle, suların koynunda gezinmeye koyulmuşlardı. İlerledikçe bilinmezlik artıyor, yeryüzü sadece maviden ibaret kalıyordu.
Çizilen rotalar; karada birikmiş hüzünleri, acıları, acıları yaşatma adına edinilmiş tecrübeleri zaman zaman unutturup, masum bir hal alıyordu. Mavinin verdiği huzurla karışık çaresizlik hissi, bu durumu yaratıyordu.
Umut beklenen, umut yüklenen ve sofrada  katık gözlenen mavi, dalgalarıyla oradan oraya savurarak herkesi kendine getiriyordu. Düşünmeye an veriyordu. Bu anların insan yaşamına olumlu katkısını içinde, dışında yaşattığı canlılarla birlikte gönülden istiyordu. Geçmiş anların hatalarından ders çıkartıyordu. Davranışlarıyla, umudun mavisi içinde zerre kadarsınız demeye getiriyordu. Yeryüzünden gökyüzüne doğru uzanan, bu sınırı olmayan boyutsuz sonsuzluktaki yerimizi düşündürerek, kafaları karıştırıyordu.
Gece olmuştu. Güvertede işler son hızıyla devam ediyor, dalgalar tekneyi sağdan soldan dövüyordu. Daha önce bırakılan ağlar çekiliyor, nasipte olan toplanıyordu. Yüzler bazen gülüyor, bazen hüsranın ifadesini sergiliyordu. Serilen ağlara düşen balıklar kaçmaya çalışsada fayda etmiyordu. Mavi özgürlüğünden koparılmak onlara ağır geliyordu. Herbiri ağdan kurtulmak için çırpındıkça çırpınıyor ve kendini heder ediyordu. Belli ki hiçbiri düştükleri ağın yarattığı esareti sevmiyordu.
Esaret hiçbir zaman güzel değildi. Yaşandığı her devirde sadece acıdan ibaretti. Bu acı; esmer tenin beyazı hizaya getirmesinde döktüğü alınteri ve harcadığı emekti. İnsanlarınsa serdikleri ağlara düşürdüklerinin artmasıyla, mutlulukları daha çok artıyordu. Oysa ki insanoğlu karada kendi üzerine serilen, tedirginlik, baskı ve korku yaratan görünmez ağlar içinde yaşadığını anımsamıyordu. Bu belki de, karada olmamanın yarattığı bir durumdu. Belli ki içinde hiç kadar olunan sonsuz mavi, karayı unutturuyordu. Unutulanların hafızalarda geçici kayıpları, toprağa ayak basılmasıyla tekrar yerine geliyordu. Aynı şekilde tekerrür eden, bir bahaneyle unutulan acı ve tatlı tüm anlar, göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçiyordu. Eninde sonunda ağlar içindeki hayata dönülüyordu.
Yeryüzünde kendi yaratttığı görünmez ağlar içinde yaşamaya mecbur bırakılan insanlık; doğrudan yana konuşsa susturulan, hayal etse güzel yarınları düşleri bir cam gibi kırılan, bu düşlerdeki hevesi kursağında bırakılan günleri de yaşıyordu. Ağından kurtulmak işine pek gelmiyordu.
Varoluştan bu yana hırsıyla yarattığı durum, dünyanın dört bir yanında yaşamı zora sokuyor, bu yaşadıkları yılardır devam ediyordu.  Çok ses etmiyordu, lakin ses sadece sıranın kendilerine gelmesiyle ortaya çıkıyordu. Aslında örnek alacakları vardı. Doğaya baksa anlardı. Doğadaki tüm canlılar yaşama katkıydı. Balıklar ağlar, ağlarda balıklar… yaşamı hiç bırakmadı, hepsi yaşama katkıydı…