Düşünce boyutlarımızı zorlayan, nasıl sorularımızı sordukça muhteşem diyeceğimiz bir düzenin içinde olduğumuzu anlayabiliyoruz. Yaşadıkça öğreniyor, öğrendikçe hayran kalıyoruz ona. Hayran kaldığımız bu düzen tüm olanaklarıyla canlıları bir anne şefkatiyle kucaklayıp bağrına basmaktadır. Kendisi üzerindeki tahribatları da dayanma gücünün son noktasına kadar sessizce aynı ölçüde affedendir. Fakat üzerindeki tahribatlar devam ettikçe; saçlarını kestiğimiz, gözlerini kör ettiğimiz, yüzünde onlarca yara açtığımız, vücudunu delik deşik ettiğimiz, kollarını kırdığımız, ayak parmaklarını kestiğimiz ve daha nice tahribatları normal gördüğümüz doğanın yapılanlara karşı direnmesi kadar normal bir durum olabilir mi? Aynı ölçüde cevap vermesi şaşkınlık yaratmamalı. Tahribatları yapan yağmacı, talancı gözü dönmüş insanoğlu kendi vücudunda doğaya yapılan vahşetin en acısız halini yaşasa dahi kıyametleri koparır. Parmağı kesilse gözyaşlarına boğulup ağlar, zırlar. Canı tezdir, kıymetlidir. Yıllardır doğa yağmacı, talancı insanoğlunun yaptıklarını belki bir daha olmaz diyerek bazen yapılana aynı ölçüde cevap vermemiştir. Fakat tahribatlar devam edip, insan canisinin dokunduğu her noktası kan revan! içinde kalan, acılarla kaplanan doğada yeter! dediğinde geri dönüşü olmayan yaşananlardan doğa sorumlu değildir. Sorumlu bellidir ve içimizdedir.

Öyle bir düzendir ki doğa; insandan başka her canlı ve cansız maddelerin birbiriyle olumlu yönde bir ilişkisi, bir bütün içinde uyumu vardır. Doğadaki bu ilişkilerden birine örnek olarak ardıç ağacının yaşam sürecini verebiliriz.

Güzün dahi yapraklarını dökmeyen, birçok değişik noktada; ormanlarda, ovalarda, yüksek dağlarda yetişebilen ardıç ağacının yaprakları sürekli yeşildir. Sivri, sert iğneli yapısı sayesinde kurak ve sert iklimlerde dahil birçok iklimde rahatlıkla yaşayabilir. Çok farklı iklim koşullarında yaşayabilen ardıç ağacı kimi zaman kısa bir çalı şeklinde, kimi zaman ise 10 metre yüksekliklere ulaşabilir.

Servigiller ailesinin iğne yapraklı türü olan ardıç ağacının üremesi başka bir canlının türüne bağlıdır. Eğer o canlı türü olmazsa bu ağaç üreyemez. Bu ağacın küçük siyah bir meyvesi vardır. Bu meyve sonbaharda toplanarak tıpta ilaç yapımında da kullanılmaktadır. Üremesi diğer ağaç ve bitkilerinkine benzemeyen ardıç ağacı, ardıç kuşu olmadan yetişemez.

Bu ağaç türü de diğerleri gibi tohum üretir ve bunlar belirli zamanlarda toprağa dökülür. Dökülen bu tohumlar ardıç kuşu tarafından yenip, bu kuşun sindirim siteminden geçmedikçe üreme gerçekleşmez. Ardıç kuşunun sindirim sisteminde ardıç ağacının tohumlarının kabukları açılır ve bu kuşun dışkısıyla toprağa karışan tohumlar çimlenip yeni filizler üremeye başlar.

Ardıç ağacının ardıç kuşuyla olan ilişkisi vazgeçilmez nitelikte ve muhteşem diyebileceğimiz bir örnek teşkil eder. Üremesi ve büyümesi çok zor olan ardıç ağaçlarının 1-2 metreye ulaşması yıllarca zaman alır. Buna karşı ardıç ağaçları binlerce yıl yaşama özelliğine sahiptir. Binlerce yıl doğaya hizmet eder. Üzerine atfedilen görevi layıkıyla gerçekleştirmek için çalışırda çalışır. Doğada ki dengenin bozulmasında ardıç kuşlarının yok olduğunu düşünelim. Sadece bir canlı türü yok oluyor diyebilir miyiz? Sadece ardıç kuşları zarar görmüştür ve başka hiçbir canlı bundan olumsuz etkilenmemiştir diyebilir miyiz?

Doğada gerçekleştirilen tahribatlar zaman içerisinde tüm canlılar üzerinde olumsuz etki yaratır. Unutmayın! Atalarımızdan miras değil, torunlarımızdan ödünç aldık.