Mutlu olmanın türlü yollarının sanal olmadığı ve bunun öğretilmediği dönemlerden geliyorduk. Bu dönemlerin yaşattıkları ve yaşanan olayları nedeniyle, politik duruşu olanlara ve zaman zaman kendimize dahi bu yılları beğendiremiyorduk. Oysaki; bir elimizde çelik çomak, diğer elimizde plastik bir top ve cebimizde bilyeler, sağa sola koşturuyorduk.  Öğünlerimizde peynir ve zeytin varsa, ekmek arası sürülmüşse salça, aç gözümüzü değil aç karnımızı doyuruyorduk. Çocukluğumuzu; mahallede komşumuzun almış olduğu renkli televizyonunu yaz günleri bahçeye çıkardığı anlarda,  pür dikkat izleyerek renklendiriyorduk.
Birçok fabrikanın ve kurumun işçi servislerinin uğrak noktası, vardiyalı çalışan emekçilerin yoğunlukla bulunduğu evlerimizden, ülkemizin gelişmesine katkı sunan üretimlere emekler sarfediyorduk. Maddi koşullar herkes için değilsede, bulunduğumuz mühit itibarı ile bizim ve birçok kişi için zordu seziyorduk. Olayları ve durumu analiz ve idrak etme yaşımız, şimdilerde cep telefonu, tablet alınmayınca okula gitmeyenlerle aynıydı, yaşımızı biliyorduk. Bizse; okuldan sonra uygun zamanlarda pazarda soğuk su satıyor, kahvehanelerin önünde boya kutusuyla dolaşıyorduk. Bu yapılanlarla ne büyük kazançlar, nede hırs yüklenip zengin olmaya çalışmıyorduk. Hayat zordu ve zorlu olan koşulların mücadele edilmeden atlatılamayacağı bilincine; okuyarak, düşünerek, azda olsa emek verip üreterek varıyorduk.
Çocukluğumuzla gençliğimiz arasında sıkışıp kalmış dönemlerimizde, artık bilinçli birer birey olma yönünde ilerliyorduk. Şimdilerde “yok” kelimesinin etrafında dönen ve  çokça kullanılan “o ne bilsin” sözlerinin tam anlamıyla farkındaydık. Yani annemiz yok demişse, ya alacak güce sahip değildik, yada o güç varsa bile yok deneni var etmeye kullanılamazdı biliyorduk. Nadiren olsa dahi, resim çektirmek büyük bir mutluluk, şanstı ve bu kötü çıkmış silelim diyemiyorduk.
Yaşanan her anın herkesçe bir önemi olduğunu düşünüyorum. Özel olarak görülen anların resmedilmesi ve gelecekte bunlara bakarak o anki duyguların tekrardan yaşanması, çoluğa çocuğa bunların gösterilmesi,  bazen yüzlerde tebessüme bazen gözlerden birkaç damla yaş akmasına neden olur. Resimler; geçmişte anlık kaydedilmiş zaman diliminin, günümüze taşınmasını sağlayan zaman yolculuğudur. Hatırası olan anlardır, özeldir ve önemlidir. En azından bize böyle öğretilmiştir.
Günümüzde ise; özellikle sosyal medyada her anın resmedilip paylaşıldığını görebilmekteyiz. Güzel duyguların yaşandığı anların resmedilişinin, arkadaşlarla paylaşılması da güzel bir durum. Lakin bu paylaşımlar, insanların yaşamlarında özelini genele kılıyorsa, durumun normal olmadığını anlamak pekte zor değil. Yaşamımızda sadece bize özel olan anların bulunması ve bu anların öylede kalması, herkesin herşeyi bilmemesi gerekiyor. Paylaşılan resimlerin beğenilerindeki sayıların azlığı, onlarca filtreyle kapatılmaya çalışılan bizi biz eden ve betimleyen yanlarımızın tam istediğimiz gibi kapatılmaması, resmin ve çekildiği andaki duyguların sonsuza dek silinip silinmeyeceğine karar verebiliyor. Kaşımızı gözümüzü düzelterek, kendimize ait olmayan fiyakalı sözlerle  olduğumuzdan farklı görünme çabası, aynaya baktığımızda mutsuzluğun silinemeyecek paylaşımıyla yüzyüze kalıyor. Herşey dört dörtlük, herkes mutluymuş gibi gösterilmeye çalışılıyor.
Sosyal medyanın gücüne inanıyor ve bende kullanıyorum. Resmin konusuna özgü yaratacağı etkinin daha fazla olması anlamında, bazen ham resmi değerlendirirken bazen çeşitli filtrelerden geçiriyorum. Şunu unutmamakta gerek; bizi biz eden huylarımızla, yanlarımızla güzel ve özeliz. Hayatı içerdiği farklılıklarla ve herkesi olduğu gibi kabul edip sevmeliyiz. Sanalda bir tıkla düzeltmek tamamda, gerçeği bir tıkla düzeltmek boşuna bir çaba…