Olur, elbette olur! Kimseyi takmadan, önemsemeden, fikir alışverişi yapmadan da yaşanır. Sadece ben diyerek de yaşanır yaşanmasına lakin kimse kalır mı etrafında düşünmek gerek! Helallik istenince uğurlayanlar gerek. Hayat sadece bizim üzerimizde kurulu bir sistemmiş, her şey sadece bizim için var edilmiş gibi hareket etmek bencilce bir tercihtir. Biz ve ötekiler diye ayırıp böbürlendiğimiz yaşamda, bizden başkaları umur etmediğimiz, önemsemediğimiz sıradan canlılar olup çıkıverir. Eksiği fazlasıyla, eğrisi doğrusuyla, yürüyeni aksayanıyla, göreni amasıyla, konuşanı susanıyla ve yırtılmış zamanların içerisinde hüznüyle sevincini yamalayanlarıyla yaşam herkesindir.

Gün gelir yaşadıklarımız bizi gözyaşlarına boğar. Hıçkırıklarımız ve yüreğimizdeki acılar hiç bitmeyecekmiş gibi demir kapıların ardında zindanlarda ya da dipsiz kör kuyulardadır. Ve gün gelir kuşların cıvıltısı, ötüşleri gibi kahkahalar sarar dört bir yanımızı. O anlarda öyle mutluyuzdur ki bir nehri besleyen gözeler gibi kahkaha üretir bedenimiz, mistik ve tinsel sonsuz boşluğa. Yani yoktur birbirimizden farkımız, gözyaşlarımızda aynıdır, kahkahalarımızda. Kimse unutmamalı; yaşam benim senin onun diyenlerin değil, bu dünya sana da yeter bana da diyerek hayatı paylaşanlarındır. Günümüzde birçoğumuzun yitirdiği hoşgörü ile ilgili bir kısa hikayeyi paylaşmak isterim. Rivayet olunur ki;

Bir adam kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek almıştır. Ve daha sonra, yaptıklarından pişman olmuştur. Hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için aldığı ineği Hünkar Bektaş-i Veli’nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi olarak ta hizmet vermektedir. Olan biteni Hünkar Bektaş-i Veli’ye anlatır ve Hünkar Bektaş-i Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergahına gider ve aynı durumu Mevlana’ya anlatır. Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. Adam ilk önce durumu Hünkar Bektaş-i Veli’ye anlattığını, dergaha kurban olarak bağışlamak istediğini ama Hünkar Bektaş-i Veli’nin bunu kabul etmediğini söyler ve Mevlana’ya bunun sebebini sorar.

Mevlana şöyle der: – Biz bir karga isek Hünkar Bektaş-i Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

Adam bunun üzerine üşenmez kalkar ve Hünkar Bektaş-i Dergahına geri gider. Hünkar Bektaş-i Veli’ye, Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hünkar Bektaş Veli’ye sorar.

Hünkar Bektaş-i Veli şöyle der: – Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.

İkisi de erişemeyeceğimiz gönül zenginliğine ve bir o kadar da enginliğine sahip büyük insanlar. Onların öğretileri onlara erişelim diye değil zaten, yaşamımızı birazda olsa çekip çevirip bir düzene sokalım diyedir. Yani yaşamın bir ufak fiskesiyle dağıldığımız, en ufak rüzgarında savrulduğumuz anlarda, toparlanalım diyedir. Hoşgörünün, saygının, sevginin makul ölçülerde yerginin ve övgünün, güzellikler adına olan tüm duyguların herkese gösterilmesi gerektiğini anlatıp durmuşlardır. Kadın erkek eşitliğinden tutunda, ilimsiz yolun karanlık olduğundan bahsedip, gerçek aşkın sandığın kadar değil yandığın kadar olduğunu da belirtmişlerdir. Gönül gözleri sonuna kadar açık olan, Allahın bu sevgili kullarının alçak gönüllü olmakla alakalı birçok sözü vardır. Bu sözlerden birer tanesi şöyledir;

 

Hünkar Bektaş-i Veli; “Alimlere ve kendini bilenlere, alçak gönüllülük yaraşır.” demiştir. Mevlena’da ; “Ne kadar az yüksekten uçarsan, düştüğün zaman o kadar az incinirsin. Kibri bırak, alçakgönüllü ol.” demiştir. Bende diyorum ki; “gönlü yerle bir olanın, bedeni dimdik ayaktadır…”