İstanbul denince insanın aklına, bin bir türlü güzellikleriyle büyülü bir şehir geliyor. Cazibesine kapılmamak isteseniz de, bu ona izin vermiyor. Elleriniz kollarınız bağlanıp, teslim oluyorsunuz ve o sizi bünyesinde bir gezintiye çıkarıyor. Boğazı, balıkçıları, düdük çalan vapurları, tarihi dokusu ve daracık yokuşlu sokaklarıyla hiç ama hiç uyumuyor. Daima hareketli, daima sizden bir ses duymak istiyor. Neresine baksanız, cevap bekleyen bakışlarıyla konuşun diyor. Kimler gelip geçmiş yüreğinden, kimler onu dinleyip yarenlik etmiş tek tek biliyor. İz bırakanlar var, unutmadıkları ve unutamadıkları zaman zaman aklına geliyor. Bundandır ki; duygusal yönü ağır basıyor çoğu zaman ve martılar ona çığlıklarıyla eşlik ediyor. Şöyle bir bakıyor tepeden tırnağa kendine ve "Ah bu kalabalıklar, beni anlamayan bir tek onlar. Sadece kendine bir yaşam istiyorlar. Oysaki allı pullu halimi, gelecek nesillerede bırakmalılar."diyor. Deniz, vapur ve martılar bir bir giderken,  insan yığınları üst üste artıyorlar. Martılar beyaz kanatlılar, derdimi bir onlar biliyorlar.
Sohbetlerimizde; kalabalığını, keşmekeş olan trafiğini, yaşamın akışından daha hızlı olmaya gayret ederek sürekli koşturan insanlarından bahsetsekte, İstanbul yerleşenlerin vazgeçemediği bir kent. Kısa süreli ziyaretleri tamda bana göre. O zaman seviyorum bu şehri. Daha fazlası muhtemelen bir Adana çocuğu olarak, bünyeme ciddi manada olumsuz tesirler yaratabilir. Adana bir aşktır ve bu beden bu kente aşıktır. Mevsiminin sıcaklığı, insanlarının yüreklerine işlemişlerin kentidir Adana. Dünyanın hiçbir kenti, tutamaz yerini.
Evet, 24-25 Kasım 2016 tarihlerinde, İstanbul Üniversitesinde 1. Engellilik Araştırmaları Kongresi için 2 günlüğüne İstanbul’a gittim. Kongrede; iyi uygulama örnekleri arasında yer alan 2 tanede proje sunumu, ben ve iş arkadaşım tarafından gerçekleştirildi. Kongre için seçilen yer uygundu belki ama karşılama, misafirlerle alakadar olma, oturumlarda seçilen konu başlıklarında engellilerin mevcut sorunları ve gerçekliği gibi bazı durumların yavan kaldığını düşünüyorum. Muhtemelen ilk olmasından kaynaklı kendimce olumsuz gördüğüm bir takım aksaklıklar gerçekleşmiş ve sıcak bir memleketin insanı olarak bendeki hassasiyet fazlaydı.
Katılımcı sayısı oldukça sınırlıydı ve engellilerden çok ‘sağlam’lar vardı. Engelliler alanında çalışmalar yapan kurum ve sivil toplum kuruluşlarının katılımının sağlanması noktasında gerekli özen gösterilmeliydi.
Oturumlarda gerçekleşen sunumların ağırlıklı olarak, olayın mevcut durumundan çok, tıbbi yönüyle ilgili olduğu net olarak görülebiliyordu. Engelliliğin bu yönden araştırılıp, gerekli önlem ve tedbirler alınması noktasında çalışmalar yapılmalıdır. Lakin adam! yerine bile konulması yöneticilerin elinde olan bir topluluğun, farklı konularının daha çok işlenmesi gerekti. Engellilik alanında sunumlar yapan bazı akademisyenlerin, engelliliği sorun olarak görüp,  engellilere kategorik açıdan hitap tarzında dahi netliğe kavuşmadıklarını görmek maalesef üzücüydü. Engellilik konusunda en çok konuşan yine ‘sağlam’lar oldu. Bu durum kongrenin amacına ulaşmasında bir engeldi.
3 Aralık dünya engelliler günü yaklaşmakta ve engelliler sadece belirli günlerde avutulur nitelikte hatırlanmamalıdır. ‘Sağlam’a göre dizayn edilmiş sistemin tüm çarkları, toplumun tabulaşmış önyargıları ve samimiyetsiz acıma duygusuyla birleşince, engelliler bu çarklar arasında kendine yer bulamamaktadır. Bakışlarında ve ses tonunda içten olmayanlar, engelliler tarafından şüphesiz hemen fark edilir. Mükemmel olmadığınızı anlamanızı ve zihinlerinizdeki engelleri biran önce aşabilmeniz için, engellilerden destek almanızı öneriyorum… ‘Sağlam’ görünenler; engelsizsiniz belki ama engel ’sizsiniz. Engel olmayın.