Bazen uzaklar çağırır bir Eylül akşamının hafif serinliğinde. Durmaksızın ''Gel!'' diyen bir sonbahar vardır önünüzde. Lakin ne gitmek vardır içinizde ne de kalmak. Çünkü düşen hep yapraktır, rüzgara aldanarak...

Bu aldanmışlık içinde, hangi adrese gönderileceği dahi bilinmeyen kırılgan bir mektup yazılır bir Eylül akşamında...

Bir mektup titreyen bir elde, titreyen bir sesle okunmaya başlar, masum bir gecenin sessizliğinde:

‘‘Sevgili,

Varlığına aç kalmışken yokluğuna maruz kalmanın nasıl bir acı olduğunu kelimelerle ifade etmek imkansız.

İşte bu ahval içinde başımda bir ağrı, kalbimde bir sızı, içimde bir gurbet, gönlümde bir hasret var ise her daim...

Bilmelisin ki, hepsi sadece sensizlikten…

…ve bu sensizlik içinde bir Eylül daha geçiyor ömrümüzden…’’

…işte bu Eylül akşamında…
Bazen öyle anlar olur ki, senin gözünden damlayan bir damla yaşta erimeye başlar içim...
...tükenmeye yüz tutar koca ömrüm...
...savaşlar çıkar coğrafyamın her bölgesinde...
...kıtlığı en had safhada yaşar gönlüm...
...bir sensizliktir kuşatır yüreğimi ve de benliğimi...
...bir acıdır ki, hiç bitmeden ve tükenmeden sarar bedenimi...
...tüketir ve bitirir yavaş yavaş tüm hücrelerimi...
...susar dilim, konuşamaz ki hiç...
...bir hıçkırıkla kurur boğazım...
...ve yine bir damla göz yaşında boğulur nefesim...
...hayat bittiği yerden tukenmeye ve de tüketmeye başlar yine ve yeniden...
...bir yokluk kuşatır her bir yanı...
...bir varlık ağlatır değersizin elinde kalanı...
...gece gibi karanlıktır her bir yer...
...göz görmez...
...kulak işitmez...
...dil tatmaz...
...ten dokunmaz...
...ve gönül hissetmez...
...işte böyle başlar bazı hayatlar...
...işte böyle de biter bazı zihayatlar...
...kırgındır gönül, kırılgandır da...
...ne bir söz söyler ne de çekip gider...
...ama o hep sevdiğinin yanında güzel..
...sevdiği de onun yanında...
...işte sen, hep benim yanımda güzel ve özelsin...
...ve ben de senin yanında...
* * *
...oysaki hiçkimsenin bilmediği ve görmediği bir sır gizlidir gözlerinin derinliğinde...
...ve gözbebeklerinin içinde...

…ve gözlerine baktığı an, bu derinlikte kaybolup da…
...bu sırra vakıf olan kıtlığı da unutur savaşı da...
...bir dua dökülür dillerden...
...bir dua akar gönüllerden...
‘‘...ya Rab, bizi içinde cenneti barındıran bu gözlerden mahrum eyleme...’’
...Amin! diye seslenen o cennet gözlerinde bir giz var, gizlerinde bir göz…

...kimisi vakıf olur bu gize, kimisi de göz koyar...
...ve sonra...
...sonrası yoktu işte...
...başlangıçların ilkinde kalmıştı çünkü her şey...
...sona, sonlandırmaya ve sonraya dair hiçbir şey yoktu...
...ve hiç olmamıştı da...
...çünkü ebediyete, sonrasında gelen yokluğunda kirlenen eller ile değil...
...başlangıçta varlığınla temiz kalmış yürekler ile iltica edilir...

…ve bu iltica neticesinde…

Gecenin son sözü, gündüze uzanan başlangıcı işaret eder... 
...ve biten bir karanlığın ardından sema gözlerde, nurla dolan yeni bir esaret başlar...
...çünkü ben, bir Eylül akşamının aşk mihrabinda, alemler hesabına sadece sen diye seslenirim ismini dahi duymayan ve cismini de bilmeyen kainata...

‘‘Sen, karanlıkta kalmış olsan dahi korkma sakın...
...ben, yüreğimi aşkınla yakar, bir kor haline getiririm de...
...yine aydınlatırım seni...’’