Yeşil gözleriyle yeni bir sabaha uyanan kadın, hala görmüş olduğu rüyanın etkisinde kalmış olacaktı ki, uyandığı gibi gözlerini tekrar kapattı.

Ve içinde kaybolmuş olduğu rüyanın devam etmesini sağlamak üzere hafızasını yokladı.

Hatırlamaya çalıştı elinde tutmuş olduğu parşömen kağıdında yazanları:

‘‘Ey sevgili,

En sevgili,

Bilmelisin ki, ilk günden son güne değin firdevsi bakışları fethedip de, firdevsi bakışlarda fetholmayı bekliyor bu gönül.

Tıpkı ilk gün olduğu gibi, ilk günden sonraki her gün, bugün ve bugünden sonraki her gün, bir ömür sadece ve sadece kalbini fethetme günüdür.’’

Kalbinin fethedilmiş olduğunu hissediyordu en ince ayrıntısına kadar.

Etrafına bakındı ve kendisine bu hisleri bu şekilde yoğun bir biçimde yaşatan kişinin kim olduğunu görmek istedi.

Lakin hiçkimseyi göremedi etrafında ve elinde tutmuş olduğu kağıtta yazanları okumaya devam etti:

‘‘Canın canımsa eğer, bir ömür hem ruhumla hem de kalbimle, canına can katmaya adanmıştır bu beden…’’

Dünyalar güzeli yeşil gözlerinden yanaklarına doğru inen bir ıslaklık hissetti ve elleriyle bu yaşları silmeye çalıştı.

Çok duygulanmıştı ve kendisine hakim olamayıp hıçkırıklara bağulmuş bir şekilde okumaya devam etti:

‘‘Her şeyimle seni yaşıyorken aşkımı sokaklara taşıyorum bugün. Herkes duysun, görsün ve bilsin ki, sen sevmelerin ve de sevilmelerin en mukaddes olanısın.

Ve ben seni, her günün beş vakti alnımın secdeye değdiği gibi, fani alemden baki aleme giden yol misali, en mukaddes halinle çok seviyorum…’’

Ellerini semaya doğru açıp da: ‘‘Okunan her ezan sonrasında secdeye kapanan alnımızın kavuşmuş olduğu gibi, aşka kavuştur bizi Ya Rab…’’ diyerekten dualar etti.

Bir mektup ile gittiği uzunca bir yol iken bu, bir kez olsun dönüp de ardına bakmadı hiç ve hep zirveye doğru attı adımlarını hiç bıkmadan, usanmadan ve yorulmadan.

Atmış olduğu her adımda: ‘‘Ucunda sen varsan eğer, ki hayat bu ya, sonunda ölüm de olsa her yol sana varmak demektir…’’ sözlerini sarf ederek O’na sesleniyordu.

Büyük bir sükunet hakim iken etrafa, sessizlik içinde bir ses beliriveriyordu sanki.

Gözlerine dokunan bir elin varlığını hissetmişken yanaklarına kondurulan öpücüklerle yeşil gözlerini açtı birden.

Ve karşısında, kendi tabiriyle, gözlerinin kahvesiyle duran adamı görünce, içinde bulunmuş olduğu durumun bir rüya olmadığını ve aslında O’nu tanıdığı andan içinde bulunduğu şu an’a kadar yaşadığı her şeyin, şimdiye dek yaşamış oldukları arasında belki de en gerçek olanına şahit olduğunu fark etti.

Yüzünde beliriveren koca bir tebessüm vardı ve gözlerinin içi gülümsüyordu hayata.

Yeşil gözlerinden etrafa saçılan bir nur vardı adeta.

Ve bu nedenledir ki adam, gözlerindeki nura dokunup da dedi ki: ‘‘Firdevsi bakışlara konan gözlerimdeki kahvenin kırk yıllık hatrına çok seviyorum seni…’’

Birlikte gülümsediler ve adam kadının ellerini ilk gün tutmuş olduğu gibi, bugün de tutarak yarın ve yarından sonra da aynı heyecanla tutup hiç bırakmayacağını gösteriyordu adeta.

Onlar, bu şekilde küçük bir adımla koca bir ömre birlikte yürüyorlardı ve hala yürümeye devam ediyorlar ve yürümeye de devam edecekler.

Çünkü kalpler bir gün değil, her gün ilk günkü gibi fethedilirdi.

Ve firdevsi bakışlarda fetih devam ediyor…