TATAR "ÜLKEMİZ DEPREM KUŞAĞINDA YER ALIYOR"

Türkiye'in  %93’ünün deprem bölgesi içinde yer aldığını, nüfusun  %98’inin, sanayi kuruluşlarının %98’inin, barajların da %95’inin deprem kuşağı üzerinde bulunduğunu anımsatan Jeoloji Mühendisleri Odası (JMO) Adana Şube Başkanı Dr. Mehmet Tatar, sözlerini şöyle sürdürdü;

"Jeolojik yapısı nedeniyle, her zaman yıkıcı depremlerin yaşanabileceği ülkemizde; çarpık kentleşmenin sonucu oluşan yapı stoğunun, başta depremini bekleyen İstanbul olmak üzere, ne kadar güvenliksiz olduğu son günlerde arka arkaya çöken binalar ve istinat yapıları ile bir kez daha ortaya çıkmıştır. 2012 yılında yürürlüğe giren 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun ile sözde deprem zararlarını azaltmaya çare olarak sunulan kentsel dönüşüm projelerinin (!) asıl olarak rantsal dönüşüme hizmet ettiği, riskli alanlar ve yapılar için sonuç alıcı uygulamaların gerçekleştirilmediği ve kentsel dönüşüm alanları olması gerekenden çok uzakta, artık dönüşemez hale gelen kimliksiz ve güvenliksiz yapı stoklarına dönüşmüş ve dönüşmektedir. Kontrol olmaksızın yapılan kaçak yapılaşmalara uygulanan aflar ile, denetimsiz, mühendislik hizmeti almamış yapılar, yasal hale getirilmiş, bugüne kadar sınırlı da olsa deprem güvenliği için atılmış olan tüm adımlar boşa çıkartılmıştır. Bu yasal kılıf, ülkede inşa edilmiş bulunan yapıları depreme karşı güvenlikli hale getirmeyecek, tam aksine doğa olaylarının afete dönüşerek pek çok insanın hayatını kaybetmesinin zemini hazırlanmış olacaktır. Karadeniz bölgesinde son günlerde yağan yağmur sonucu meydana gelen taşkınlarda, Karadeniz sahil yolu yapımı sırasında jeolojik– jeoteknik çalışmaların göz ardı edilmesinin yanında, dere yatakları içine yapılmış çok sayıdaki kaçak yapının yıkılmış olması bunun açık göstergelerinden biridir"

"SAĞLAM OLMAYAN YAPI STOĞUNUN BEDELİNİ TOPLUM ÖDÜYOR"

Yapı stoğunun durumu hakkında da bilgi aktaran Jeoloji Mühendisleri Odası (JMO) Adana Şube Başkanı Dr. Mehmet Tatar, "1984 yılında çıkarılan “imar affı yasası”nın ardından yaşanan 1999 Büyük Marmara Depremleri ile büyük ölçüde imar aflarının yarattığı, jeolojik olarak sakıncalı alanlar üzerinde inşa edilen yerleşimler ile sağlam olmayan yapı stokunun yıkılmasının ağır bedelinin toplum olarak ödendiği unutulmamalıdır" dedi. Dr. Tatar sözlerini şöyle tamamladı;

"Gerek ülkemizde, gerekse dünyada deprem etkisi altında mevcut binaların hasar görebilirliği; taşıyıcı sistem yapısının yetersizliği veya düzensizliği, yapıda kullanılan malzemenin niteliği ve yapının oturduğu zeminlerin jeoteknik özellikleri ile diri fay parametreleri gibi dört temel nedenden kaynaklandığı bilinmektedir. Son zamanlarda yaşadığımız jeolojik kökenli kazalar, istinat duvarlarının ve binaların yıkılması gibi olaylar, jeolojik koşulların tasarımda dikkate alınmadığında, ne tür problemlerin oluşabileceğini göstermektedir. Yapı denetimi süreçlerinde jeoloji mühendisliğine yer vermeyen anlayıştan, vaz geçilmediği sürece bu ülkede doğa olayları maalesef afete dönüşmeye devam edecektir"