Bakışları ve sesi etkileyici, boyu ise çok uzun değildi. Yüzünde soğuk mevsimlerin kattığı temiz bir masumiyet tutunmuştu. Karizması yerinde, yeterinden fazla duyguluydu. Pos bıyıkların altından gülüşleri duygularını gizlemeye yetmiyordu. Gençliğinde heyecanlı bir yapısı vardı. Toyluğu kızgınlıkla birleşince ani çıkışlar yapabiliyordu. Neşeliydi, gülmeyi güldürmeyi iyi bilirdi. Kasketini takmadan kendini güneşte dahil, kimseye göstermezdi. Yeleği, ceketi ve köstekli saati bir bütün gibiydi.

Sabahları erken kalkar, güne herkesten önce merhaba derdi. Bunu adet edinmişti, yapmasa bir eksiklik hissederdi. Hatta erken kalkmasa bunu kötü geçecek bir günün habercisi sayardı. O gününü kendince sohbetlerinde dillendirir lakin hayra yormazdı. O hep erken kalkmalı, günle birlikte doğmalıydı…

Hayra yormayacağı çok olumsuzluk yaşadığı hayatında, bunların hepsini sığdıracağı bir sebep bulmuştu aslında. Yaşadıklarına, başına gelenlere bulduğu sebep buydu. Bunu da kendini rahatlatmak, kulağında süreklilik arz eden uğultuları durdurmak için yapıyordu. İşi pek kolay sayılmazdı. Kendiside bunun farkındaydı. Çıkar yol bulmak için başka çözümler arıyor, gecelere baş edemeyen düşünceleri gittikçe zayıflıyor ve bulanıklaşıyordu. Kafayı yemekten korkuyordu. Yıllarca nice derinleşen muhabbetin temel taşıyken, şimdilerde bunların zihninden yitip gitme olasılığını hesap ederek çıkarımlar yapıyordu. Hala zehir gibi çalışan zihnini korumayı maalesef beceremiyor, olaylar aralıksız kurcalayıp duruyordu. Zihnine musallat olan düşünceler gençliğinde yaptığı hataları ve yaşamın bedeninde açtığı kapanmaz yaralarıydı. Bunlar bir kurt gibi içten içe zihnini kemiriyor, maalesef hissedilir biçimde de tüketiyordu. Saplantılara boğularak; nefes alamamaktan, haksızlıklar karşısında ses çıkaramamaktan ağlıyordu.

Güne herkesten önce başlamak; yaşadıklarını, başına gelenleri, sığdırdığı bir sebepti sadece. Pek sığdığı da söylenemezdi. O üst üste istiflemeye çalıştıkça, başka yerlerden taşıp dört bir yanından çıkıyordu. En çokta gözlerinden, usul usul ıslatarak yanaklarına dökülüyordu. Bazen bu durum kendini geçicide olsa anlamsız, zamansız bir huzura götürüyordu. Ağlamak kendine iyi geliyordu. Bunun mutluluktan olmadığını çok iyi biliyordu.

Gençliğin yaşattığı, telafisi mümkün olmayan olayların acısını derinden hissederek yaşamak hiçte kolay değildi. Elbette bu ona da zor geliyordu. Ne yapsa ne etse, nereye giderse gitsin, gençliğinin düşünmeden harekete uygun günleri, bir gölge gibi onu takip ediyordu. O günlerde erken kalkmamıştı. Uyandığında öğle vakitleri olmuş, herkes işine çoktan koyulmuştu.

Farklı zamanlarda da iki evladını yitirmişti. Bunlarla öyle ki yıkılmıştı. İki canının kaybı da, köy yerinde yaşanan öngörülebilir kazalarla olmuştu. Bir evladı su kuyusuna düşerek boğulmuş, diğeri gaz lambasını yakarken lambanın parlayıp alev alması ile yanmış ve uzun süre hastanede tedavi görmesine rağmen kurtarılamamıştı. Çocukların en büyüğü petek gibi kar beyazı Fatma, erkeklerin en büyüğü yakışıklı oğlu Özcan’ı kaybettiğinde de erken kalkmamıştı. Uyandığında yine öğle vakitleriydi. Yaşadığı tüm olumsuzluklarda güne erken başlamama, ana sebepti. Bunu beynine sağlam biçimde sabitlemişti. Erken kalksa hiçbiri gerçekleşmeyecekti. Erken kalkmak hayra işaretti. Bunu her gün deneyimleyerek ertesi günün sabahını gözlüyordu. Gözlerinden her sabah evlatlarının acısıyla yaşlar süzülüyordu. O hep erken kalkmalı, günle birlikte doğmalıydı..!