Hasretliğin verdiği hüzün yüreğime çökmüş, öylece suskun oturuyordum. Başım önde yere bakarak, yalnızlığımla cebelleşiyordum. Bu koku yok mu bu koku, sevdiklerimden uzak kalmanın burnumu sızlatan kokusu... Kekremsi ve acıtan bir koku. Dokunsalar hani orada, hıçkırıklara boğulan birini resmedebilirdim herkesin ortasında. Teselli etmeye yetmiyordu, vicdanımın yarattığı iyilik meleklerinin umut dolu sözleri sağımda ve solumda.  Kuşkusuz yeni dostluklar ve arkadaşlıklar olacaktı hayatımda. Belki de unutulmayacak kadar yer edineceklerdi yaşamımda. Seveceğim, sayacağım yeni güzellikler önemliydi, lakin eskilerden uzak kalıp özlemek apayrı bir duyguyu hissetmekti.
Sonra dalıyorum ve gözleri geliyor önce aklıma. Bir bakışıyla içimdeki yüce dağları yerle yeksan eden, engin gönlüyle birlikte. Hangi ses; kendini duyurup emek verilen yılların biriktirdiklerini unutturabilirdi! Hangi gözler; rengiyle karanlığı alt edip aydınlığı sunabilirdi! Ekmek neredeyse memleketin dört bir yanı gurbet değil, sadece hasretten ve özlemden ibaretti.
Kapı kolu çevrildi ve çalınmadan açıldı. Başımı yavaşça kaldırıp baktım, güzelce bir hanımdı. Hoş geldiniz deyip kendini tanıttı. Bundan sonra sürekli göreceğim bu kadın, birlikte çalışacağım iş arkadaşımdı. Nicelerinin başaramadığını büyük bir başarıyla yapmıştı ve enerjisiyle beni tepeden tırnağa rahatlattı. Kısa bir muhabbetin sonunda, yeni görev yapacağım ve daha sonrasında çokça seveceğim insanlarla beni tanıştırmak için öncülük yaptı. Tüm odaları tek tek benimle dolaşarak ilk cümleleri kendisi kurup, ardını bana bıraktı. Dedim ya muhteşem bir enerjisi vardı. Davranışlarıyla zamanla kendini iyiden iyiye belli etti. Örnek alınacak değerleriyle tam bir insandı.
İlk günüm hiçte kolay değil, zordan biraz fazlaydı. Öğle arası geldi ve çattı. Yalnızlığımla hüznüm başbaşaydı. Burası, Akdeniz'de kalmış anılarımdan çok uzaktı. Güneyin sıcaklığıyla yaşamaya alışmış bir bedene, kışın soğuğu ve 9 yüz küsur rakımlı Ege’nin güzellikleri haksızlıktı…
Zamana ve mekana uyumlu uykularım vardı. Yorgundum ve yorgunluklarımla duygularım derin bir uykuda kalmalıydı. Çalıştığım yerin misafirhanesi tadilat nedeniyle kapalıydı. Bitişikte, hemen yanımızda yer alan başka bir misafirhanede kalmak, mesafe ve zaman açısından düşününce gayet mantıklıydı. İşyerinden arkadaşlarım konuşup, bana bir oda istenmesiyle  yerimde ayrılmıştı. Kafam bu açıdan iyiden iyiye rahatlamıştı. Kafam rahatlasada karnım acıkmıştı. Yeme isteği gelmesede, birşeyler atıştırdım. Yediklerim; içeceğim çay ve sigaraya alt yapıydı.
Önceleri uzun gelen dakikalar geçti, saatler geldi geçti. Günler günleri kovaladı. Bunlar; herşeye alışmış gibi yapan bedenimin, özlemin karşısında yenilgiye uğradığı anlardı. En zorunu başarmak bu olmalıydı. Zihnim berrak fakat kafam karışıktı. Kafamda bir hasret olunan memleketin sızısı vardı, birde bitmeyen bu sızı nereye kadardı…
Hangi ölçülebilen mesafe, hangi tahmini uzaklık yaşadıklarımı silebilirdi… Bu, güneye olan vazgeçilmez özlemdi. Kibar denebilecek kadar hassas bu duygularım, bir başına evrenin sonsuz denen ucuna gidebilirdi. Aslında bu herkese örnekti. Örnek alınmak, yalnızlıkla olgunlaşan hislerin birikimiydi. Memleket hasrette, hasret memleketteydi. İkiside çok güzel ve özeldi…