Sene 2006 ve ben üniversiteden mezun olalı 3 yıl olmuştu. Genç ve istekli mühendis olarak belirli süre özel firmalarda cebelleşip daha sonra sınavla kamuya yerleştim. Isparta Orman Bölge Müdürlüğü Sütçüler Orman İşletme Şefliğinde göreve başladım. Bir yandan kamuda yapılan işlerin içeriklerini öğrenirken, bir yandan da bu eşsiz doğa harikasının sessiz yalnızlığımla tadını çıkarmaya çalışıyordum. Gündüzleri işle geçen zamanım, akşamları kendini dipsiz ve bitmek bilmeyen bir boşluğa bırakıyordu. Yazma duygumun gelişmesine katkı sağlayan ortaokul ve lise yıllarımda hissettiğim duygular, yeniden canlanmıştı sanki. Gecelere başkaldıran yalnızlığımla, sevdiklerinden ayrı ulaşma çabasındaki özlemimle ve yüreğimi yakıp kavuran gözlerimdeki yaşlarımla duygularım yollardaydı.

Isparta’ya bağlı Sütçüler ilçesine, Torosların geçişe izin vermek istemediği dar ve uçurumlu yollarından zor şartlarda gidilmektedir. Isparta İlinin güneydoğusunda yer alan ilçe 1938 yılında kurulmuş ve Konya Burdur ve Antalya’ya sınırı vardır. İlçe d seviyesinden 1000 m yüksekte kurulmuş ve engebeli bir toprak yapısına sahiptir. Rakımı ise 250 ile 2500 metre arasında değişmektedir.

Her tarafı yeşil olan doğa harikasına Adana tarafından giderken Eğirdir’de inmek gerekmektedir. Isparta’dan hareket eden Sütçüler otobüsleri Eğirdir’den geçip yeşilliklerin denizine yani Torosların içlerine doğru ilerlemektedir. Dağ eteklerindeki yolculuklarım esnasında ne otobüslerin konforsuz, ne etrafımdakilerin suskun oluşunu hiç umursamadım. Umursadığım tek şey doğaydı. Manzaranın gözlerimde yarattığı dayanılmaz cazibe seyir defterime sürekli yeni sayfalar ekliyordu.

Gündüzleri değil lakin gecelerim beni yarınlarıma bağlamakta zorlanıyordu. Saatlerim, dakikalarım ve nede saniyelerim geçmek bilmiyordu. Geçmek bilmeyen özlem dolu, hüzün dolu gecelerimde geç saatlere kadar sohbet ettiğim yalnızlığımla, kimi zaman bir şeyler okuyor, kimiz zaman bir şeyler yazıyorduk. Sabahları erkenden uyanmaya alışkın bedenim, soğuk kış günlerinde uyanmaya büyük bir direnç gösteriyordu. Ne kahvaltısız başladığım sabahların aydınlık yüzü, ne çaysız sigaralarımın bitmeyen dumanlı ateşli gözü hislerimi anlatmakta başarılı olamıyordu. Anlam yükleyemediğim bir dizi gün ardı ardına yaşatılıyordu bana. Olmak istemediğim yerden selamlamakta neydi doğayı, birkaç kişi dışında konuşamadığım asık suratlı insanların yüzüne bakmakta neydi!  Bir çuvala sıkıştırmak istediğim, keyfim istediğinde çıkarıp kullanamadığım korkusuz gecelerim.  Uzun uzadıya yavan, ruhsuz ve duygusuz günler haftalar ve aylar ömrümden gelip geçiyordu. Dur demekle durmuyor, ömrümden ömür gidiyordu. Bu anlam yükleyemediğim zaman diliminin burada geçmesini istemediğim anlar, birer yara açıyordu düşlerimde. Düşlerim ki bir çiçeğin tomurcuğunun hayata karşı direncinin rengarenk haliydi. Sahip olduğum bilinç ve düşüncelerimin gerçekleştirilme isteğinde bir düş bazdım.

Gerçekleşmesi bazen imkansız görülen bana göre ise öyle olmayan düşlerimin; her gün düşlenerek canlı tutulması için ne samimi bitmeyen gülüşlerimi görmeyenlerin gözüne, nede dillerin de sevgi kelimeleri olmayanların sesine ihtiyacı vardı. Bir ben yeterdim…