Başına buyruk, tehlikeleri yıldırım gibi üstüne çeken, tedbir ve temkin nedir bilmeyen, şahsına münhasır bir delifişek. O Atatürk...

1920 yıllarının şartlarında, tüm dünyanın barut fıçısından fena olduğu bir dönemde, Ortadoğu’nun ateş çemberleri içinde kordan kan kırmızısına benzetildiği tarihin en kasvetli günlerinde, emperyalistlerin petrol kavgasıyla çöllere düştüğü ve vahşet mendeburluğunun zirveleştiği bir karanlık tarih aralığında ‘Burası Osman oğulları’nın atası Süleyman Şah’ın türbesinin bulunduğu yer’ diyerek dünyaya kafa tut, yetinmeyip Fransızlara Suriye’yi dar et, onları bir anlaşma yapmaya mecbur et ve Süleyman Şah türbesi ve civarını 'Türk toprağı' olarak cihana kabul ettir.

Ey tedbirsiz ve ey temkinsiz insan! Sandukayı koltuğuna kıstırıp getiremez miydin de bunca tehlikeyi göze alarak onca delilikler ettin? Ya Mehmetçikler Süleyman Şah türbesi uğruna orada hayatlarını kaybetselerdi daha mı iyi olurdu?

Tabi hep kendi dediğin olacaktı değil mi? Sana göre Süleyman Şah’ın kemikleri sandukada değil, vatan toprağının kara bağrına emanet edilmişti değil mi? Emanetin ihanetçisi olmayı asla kabul edemezdin değil mi? Ne adammışsın be. Ha Süleyman Şah ha sen!

Ne diyelim… Toprağın bol olsun, kadrin Süleyman Şah kadar bilinsin ve dünya durdukça milletin senin en kadim mirasçın olsun.

Fahrettin Korkmaz