Bırakıyorum elimdeki işleri şöyle bir köşeye. Gecenin uçsuz bucaksız karanlığında, varlığımı hiç haline eşdeğer kılarak. Tüm duygularımı tarafsız hale getiriyorum. Sakince içsel bir gezintide sorunlar görüyorum kendimde, kendimce. Ne nehirlerin akışında su damlacıklarının, ne ağaç yapraklarının birbirine dokunuşunda çıkardığı sesin yaratacağı, huzurun yüzünü görmekti niyetim. Eteğimdeki! taşları irili ufaklı ayırt etmeden, dipsiz bir kuyuya döküyorum. Döktükçe rahatlıyor, içimdeki yan yana gelip birleşmeye çalışan nefret duygularından kurtuluyorum.  Kuyunun sessizliğini, dinginliğini bozsa da attığım ve duvara çarpan her taşım, içimdeki öfkenin taşmasından iyidir diye düşünüyorum. Ritmik ve bir ahenk içinde kuyunun duvarına çarpan her taş, yüreğimdeki taşı taşımam gerektiği kadar taşımış olduğuma kanaat getiriyor, çıkardığı sesle. 
Yüreğimde büyütmeme engel olunan, baskılanan, korkutulan ve sindirilmeye çalışılmış sevgilerimi, artık daha özgür görüyorum. Bulutların, önüne geçtiği güneşin kapatılmasıyla gölgelenen, karamsarlık havasının esaretleri, sevgilerimle yan yana gelemezken, özgür çağrıların sesini daha gür duyabiliyorum. Yerçekimsiz bir düzlemde, hiçbir yükün ağırlığı olmaksızın, insan-ı kamilden kırıntılarla kendimi ifade edebilmek adına, hoşgörü içinde sessizce mücadele ediyorum.
Değerlerimizin, insanlık sınırlarını genişletme isteğine olan inancım ve saygımdan, iyimser yanlarımın çiçek açıyor tomurcukları. Emeği yücelten eller oldukça, hiç ama hiç umutsuz değilim. Demiştim ya hüzünlüyüm ve hüznümle direniyorum diye. Evet, üzülüyorum, hüzünleniyorum ama umudumu hiç yitirmeden. 
Biliyorum, oysaki her şeyi kötülüğe boğdurabilir insan. Sadece birkaç sapkın düşünceye boyun eğmesi yeter buna. Her şeyi ama her şeyi yakıp yıkabilir… kendi soyundan gelenleri dahi. Kendince yorumladığı, gerçeklikten uzak inancı ve yaratanın yüklemediği misyonun gereği gördüğü, dünyanın dört bir yanında bir dünya kötülük… Yapılan kötülükler ve bunları yapanlarca, sonunda nafile; sonsuz huzur, mutluluk ve güzellik beklentileri. Körü körüne inanır mı insan! görüyoruz ki inanıyor. Okumadıklarını yorumluyor, duyduklarını allayıp pullayarak, başkalarına satıyor. Samimi ve beklentisiz bir inancın içinde olanlarsa, inancının gereği “oku” kelimesinin ne denli önemli olduğunu bilir. Oku ki yanlışlardan, hatalardan, kötülüklerden ve seni gerçeklikten uzaklaştırmaya çalışanlara karşı, kendini koruyabilesin. 
Evet; maalesef her şeyi kötülüğe boğdurabiliyor insan. Dünyadaki, son yıllarda gerçekleşen insanlık dışı katliamların sorumluları; emperyalizm ve onların kullandıkları oyuncakları da, tüm insanlığı kötülüğe boğdurabiliyor. Bu oyuncaklar bir gün siyah oluyor, bir gün beyaz ama sonuç hep aynı, niyet hep aynı. Kendi ürettikleri oyuncaklarla oyunu oynayıp, istediklerini aldıklarında oyun aniden bitiyor ve başka bir yerde başlıyor. Sonuçta hem oyuncak yapımındaki tüccarlar kazanıyor, hem de kendileri. Bu oyunların içinde bir piyon olmamak için okumalıyız ve insanlık sınırlarımızı genişleterek düşünmekten korkmamalıyız.
Aslında insanlık; dünyanın birçok değişik noktasından, kapitalizm ve onun ezen, emeği sömüren politikalarına karşı, yani eşitsizliğe karşı bütüncül halde yürütülen bir mücadele içinde olmalı. Kurgulanan bir oyunun önemsiz bir parçası değil, kendi mücadelesinin asli ve önemli unsuru olmalı. Çünkü dünya; insanların büyük kısmının sömürülüp, yoksullaştırılıp aç bırakılmayacağı kadar yeterli kaynağa sahip, geniş bir alan. Çünkü dünya; üreten emekçilerin o kutsal ellerinde geceyi devirip, yeni güne merhaba diyor. Fabrikalarda, tarlalarda, atölyelerde, maden ocaklarında, mağazalarda, şantiyelerde, seyyar tezgahlarında, tersanelerde ve bulundukları her yerde; ortaya koydukları emekleri ile üretip yarınları, bakışlarıyla mücadele ve umudu müjdeliyorlar. Her an, her yerde; emek için, ekmek için mücadele ediyor emekçiler.
Güneş gözlerinde, gözlerinde umut, güzellikler dolu yüreğinde, güneşlerini yüreğinde tut…