Türk Dil Kurumu 'kaza' kelimesini 'Can veya mal kaybına, zararına neden olan kötü olay' olarak tanımlıyor. 'Kusur' tümcesini 'Eksiklik, bilerek veya bilmeyerek bir işi gereği gibi yapmama' diye açıklayan Türk Dil Kurumu, 'vicdan' sözcüğünü ise 'Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç' olarak yorumluyor. Son olarak da kahır kelimesini, 'Yok etme, ezme, perişan etme, mahvetme, derin üzüntü veya acı, sıkıntı' diye açıklıyor.

Dil bilimci değiliz. Amaç kelime oyunu yaparak lafı eğip bükmek de değil. Hele ağdalı cümleler kuracak halimiz hiç yok. Yurt sevgisi hariç fikri olarak tamamen zıt görüşte bulunduğumuz bir insan, Türk siyasetinde önemli ve belirli bir yere gelmiş bu toprakların çocuğu Recai Yıldırım yaşama gözlerini yumdu. Önemli görevler üstlendi, siyasi inançları uğruna bedeller öderken aynı zamanda topraklar için de alın teri döktü, çaba gösterdi.

Şimdilerde kimse söz etmiyor ancak bir zamanlar bu memlekette alçak kaset oyunlarıyla insanların yaşamı karartıldı. Suçlu veya suçsuz diye yorumlamıyorum ancak bu memleketin değerleri, hücrelere tıkılıp aileleri yok edildi, ocakları söndürüldü. İşte rahmetli Recai Yıldırım da böylesi alçak bir kaset kumpası üzerinden siyasi lince maruz kalırken, yaşamını adadığı siyasi hareketin aktif mücadele alanından bedenen uzaklaştı.

Fikren duruşu ortada ama bu fiili ayrılık sizce Recai Yıldırım'ı nasıl etkilemiştir?

Yukarıda söz ettiğim kelimelerin anlamlarını yeniden okumak gerekirse, burada bir çelişkili durum var. Koca bir çınar bu topraklardan gitti belki ama 'kazayla' veya 'kusurla' kaset kumpasına alet olanlar, Recai Yıldırım'ı 'kahırdan' derde sokanlar, 'vicdan' muhasebesi yapıp özeleştiride bulunmadan ve bunun gereğini yerine getirmeden sokağa çıkmasın.

Çünkü gerçekler insanın yüzüne bir tokat gibi çarpar.

Sonra çok ama çok üzülürsünüz...