İktisat en genel anlamıyla “kıt kaynakların en verimli şekilde kullanılıp sınırsız olan ihtiyaçların karşılanması” şeklinde tanımlanır. Bu durum sonucunda düşündünüz mü hiç sınırsız olan ihtiyaçlarımızın ne kadarı karşılanır diye? 

Dünya adaletsiz bir sistemin temelleri üzerine kurulmuş ve gelişmiş (güçlü) olan ülkeler gelişmekte olan ya da az gelişmiş (zayıf) olan ülkeleri sömürmekte ve onlar üzerinden siyaset yapıp kendi çıkarları üzerine politikalar üretmektedirler. Günümüz dünyasında hükümetlerin görünürde temel amaçları, daha iyi bir refah düzeyine sahip olup insanların daha adil bir yaşam standardına sahip olması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Gelir dağılımında eşitlik ilkesi iktisadi olarak sürekli benimsenir ama her nedense istenilen bu düzeye bir türlü ulaşılamaz. Yapılan yatırımlar, yapılması gereken yönlerde yapılmayıp hiç umulmayan ve yapılmaması gereken alanlara yapılıp gelişimin önüne yeni bir set çekilir. Vergi yükleri her daim adaletsiz bir şekilde yoksul olan kesimin üzerine yüklenir ve bu yükleri asıl yüklenmesi gerekenlere kanunen vergiden kaçınma yolları açık bırakılır ve bu durumun önüne geçmek adına hiç bir adım atılmaz. 

Sistemsizliklerin kol gezdiği dünyamız üzerinde bir kesim refah seviyesinin üzerinde hayatını sürdürürken, diğer bir kesim refah seviyesinin çok altında sefalet içinde yaşamını sür(dür)meye çalışmaktadır. Bu durum sonucu iktisadi hayatın içinde bulunduğu eşitsizlik, her geçen gün bir adım daha öne çıkmakta ve eşit(siz)liği benimseyen devletler bu benimsenmeyi fikri olarak hayata geçirirken gerçek manada ise bu konuda sınıfta kalmaktadırlar. Dışarıdan gözlendiğinde hayatından (u)mutlu görünenlerin içlerinin kan (b)ağladığını birçok kişi görmezden gelmekte ve dünya bireyselleşme konusunda çağ atlamaktadır. Bireysellik sonucu ise insanlarda (anl)aşılamayan bir bencillik duygusu boy göstermektedir. Bireyselliğin kitleselliği geride bıraktığı dünya ise, yeni bir çıkmazın içine doğru sürüklenmekte ve insanlar kaynakların tüketiminde sorumsuz davranarak kıt olan kaynakları adeta silip süpürmektedirler. Dünya bile bu duruma aşırı tepkiler göstermekte ve dengesini an be an kaybetmektedir. Gözlerine perde inen insanoğlu bu aşırı tepkileri görmezden gelmekte ve bu durumun doğal sonuçları karşısında sessizliğini koruduğu gibi, yan(ı)lışları görmeme konusunda da büyük bir çaba sarf etmektedir. 

İnsanların (duy)arsızlaştığı günümüz dünyasında duygusuzluk yeni bir boyut kazanmakta ve pişirilmemiş, çiğ duygular insani olmayan çıkarlar doğrultusunda kullanılmaktadır. Hayata iktisadi açıdan baktığımız anda mutluluklarımızın az-alma yönünde eğilim gösterdiğini ve buna kıyasla acılarımızın artma eğiliminde olduğunu saptayabiliriz. Bunun nedenini ise mutluluklarla acılar arasındaki ilişkinin ters orantılı olması yönünde açıklayabiliriz. Acıların artmasıyla birlikte artan yoksulluğun ise doğru orantılı bir ilişki içinde olduğunu kolay bir şekilde söyleyebiliriz. Bu durumun basit bir sonucu olarak da hayatın içine giren iktisat biliminin anlamını yitirdiğini gözler önüne serebilir ve insanların yüzlerindeki yansımaların aslında çekmiş oldukları acıların yansımaları olduklarını belirtebiliriz. 

Kıt olan kaynakların an be an tükendiği dünyamızın tüm insanlar tarafından daha da yaşanabilir hale gelmesi yine biz insanların elinde olduğu unutulmamalı ve bu doğrultuda sahip olunan kaynaklar doğru ve eşit bir şekilde kullanılmalıdır. İktisat bilimi bu sayede kaybetmiş olduğu anlamını tekrar kazanmalıdır.