Türkiye'nin karanlık tarihinde gazeteciler de öldürülmüştür. Aşağılık cinayetler, bombalamayla olduğu gibi hain suikastler biçiminde de olmuştur. Cinayetler kadar bu memlekette gazetecilere çeşitli baskılar da uygulanmıştır. Sansür ve otosansür dışında tacizler, tehditler, aşağılamalar ve hakaretlerin  de önü arkası kesilmemiştir. Ülkeyi yönetenler gibi kentlerin yönetiminde bir şekilde söz sahibi olanların bazıları da medyaya karşı kestikleri ahkamla öne çıkmıştır.
***
Üç otuz paraya çalışmasına rağmen, dayak ve küfürle karşı karşıya kalan gazeteciler kadar cinayet gibi iş kazalarında hayatını kaybeden gazetecilerin trajedisi de hafızalarımızdaki tazeliğini korur. Daha geçen hafta IŞİD saldırısında gazeteci Deniz Fırat hayatını kaybetmiş, Ayhan Dinç de Şemdinli’deki çatışmada yaralanmıştı. İhmal iddiasına en çarpıcı örnek de büyük bir spor kulübünde yaşanan ve gazetecinin ölümüne yol açan olaydır. Florya Metin Oktay Tesisleri girişindeki kapıya sıkışarak yaşamını yitiren foto muhabiri Erkan Koyuncu’nun ailesi ve sevenleri şimdi kimbilir ne acılar yaşıyor?
***
Basının zor şartlar altında görev yaptığını artık sağır sultan bile duymuştur. ‘Canını hiçe saymak’ deyimi adeta gazeteciler için söylenmiştir. Yurttaşın haber alma hakkından başka hiçbir çabası olmayan gazeteciler, genelde gelişmemiş, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde yerden yere vurulur. Demokrasiden nasibini almayıp eleştiriye tahammülü olmayanlar, bulundukları konumun ağırlığının ve ciddiyetinin farkına varmayanlar veya oturduğu koltukların öneminden bihaber yaşayanlar için ‘gazeteci’ sanki bir malzemedir. Egolarına tavan yaptırmaya çalışanların en önemli argümanı basındır. İçi boş cümleler, kısır çekişmelerle de olsa basında yer bulmak onlar için çok önemlidir.
***
Toplantılarda, mekanlarda ite-kalka iş yapmak zorunda bırakılan basın mensubu derdini anlatacağı kimseyi bulamazken üstüne bir de azar işitebilmektedir.  Kimi yerlere özel olarak çağrılmasına rağmen saatlerce ayakta kalabilmekte ya da şiddetin çeşitli yöntemlerine maruz kalabilmektedir. Toplantıya çağrılan ancak toplantı anında ya da sonrasında basın mensuplarını umursamayan, ilgili-ilgisiz, sorumlu sorumsuzların saygısızlıkları da çeşitli defalar ortaya serilmiştir. Sorumsuzluk Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi Adana’da da birçok kez yaşanmıştır. Birçok toplantıda basının not alacağı, fotoğraf çekeceği yer sıkıntısı yaşanırken görevlerini yapmak için çırpınan arkadaşlarımıza bir de bazı işgüzarların, ‘önümüzü kapatmayın’, ‘çekilin, göremiyoruz’, ‘çakal’, safsataları rezilliğin tuzu biberi olmuştur.
***
Basın mensubunu bir yemekle kandırabileceğini düşünen zavallılara de birkaç söz etmeden geçemeyeceğim… Samimi bir atmosferde gazetecilerle yemek yiyenlere, kentin ve toplumun sorunları için kafa yoranlara hiç ama hiçbir sözüm yok. Öyle ‘koyundan post, gazeteciden dost olmaz’ zırvalığına inananlardan da değilim. Benim sözüm ‘gazetecilere bir kebap ısmarladım mı gerisi gelir’ cinsinden akıl yoksunu cümleleri kullananlara … Bu cümlelere şahit olduğum için rahatça yazdığımın bilinmesini isterim. Siz ve sizin gibiler elbette tarihin karanlık ve tozlu raflarındaki yerini alacaktır.
***
Bir de Adana’daki son olaya (gazeteciye yapılan hakaret) karşı sesini yükseltenler için ‘basın her şeyi abartıyor’ diyenler var. Hiç de abartmıyoruz. Bu tür olaylara sessiz kaldıkça daha çok üzerimize gelineceğini bilerek hareket ediyoruz. Bu nedenle, ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ demeyecek kadar bilinçliyiz.
Öyle oturduğumuz yerden her şeye eleştirel gözle bakmaktansa bizi ilgilendiren konuların bizzat içinde yer alarak durum tespiti yapıyoruz.
Tavrımızı da bu şekilde belirliyoruz.
Yolumuza da böyle devam ediyoruz…