VURAL KÖSE / GÜNAYDIN ADANA GAZETESİ

 

Bugün 10 Ocak, yani Çalışan Gazeteciler Günü. Kamuoyunda 10 Ocak gazetecilerin bayramı gibi algılansa da medya sektöründe görev yapanların çok büyük çoğunluğu bu günün bayram değil bir mücadele günü olduğunda hemfikir.  Türkiye genelinde olduğu gibi Adana’da da gazeteciler Çukurova Gazeteciler Cemiyeti’nin Atatürk Parkı’nda ve Basın Anıtı’nda düzenleyeceği etkinlikte bir araya gelip basın özgürlüğü taleplerini, basın kuruluşlarının ve çalışanlarının sorunlarını dile getirecekler.

 

Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Cafer Esendemir de 10 Ocak’ın gazeteciler için bayram değil bir mücadele günü olduğunu belirtti. Basın özgürlüğünün yıllar içinde büyük yaralar aldığını kaydeden Esendemir, basın çalışanlarının haklarının da aynı dönem içinde tırpanlandığını vurguladı. Basın çalışanlarının çoğunluğunun asgari ücretle ailesinin geçimini sağlamaya çalıştığını ifade eden Esendemir, mesleki deneyimi olsun yada olmasın isteyen herkesin gazete çıkarmasının da gazetecilik mesleğine zarar verdiğini savundu.

 

ÇGC Başkanı Cafer Esendemir’le gazetecilerin ve medya kuruluşlarının sorunlarını konuştuk:

 

Sayın Başkan, bugün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü kutluyoruz. 10 Ocak neden önemli?

10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü ama basın çalışanları için 10 Ocak artık bir kutlama günü değil ne yazık ki. Son yıllarda gazetecilerin hakları giderek ellerinden alındığı için 10 Ocak’ı çalışan gazetecilerin bir mücadele günü olarak görüyoruz.  Çünkü son yıllarda medya sektöründe sendikalaşma yok denilecek kadar azaldı.  Basın iş kolunda sendikalaşma oranı daha önce yüzde beşlerdeydi ancak şu anda bu oran maalesef daha da aşağı düşmüş durumda.  Cumhuriyet gazetesinde Anadolu Ajansı’nda, ANKA Ajansı’nda sendikalaşma vardı ama bugün o kurumlarda bile sendikalaşma neredeyse yok denecek kadar az.

 

Neden böyle oldu?

Bu sektörde çalışanlar yani gazeteciler hemen her alanda herkese doğru yolu gösterir, herkesin hakkının korunması için çaba gösterir, insanları haklarını aramaları konusunda teşvik eder ama iş kendilerine geldiğinde ne yazık ki haklarını arayamaz. Bunun nedeni de bu sektörden geçimini sağlayan ve bir süre sonra yüksek yerlere gelen bir çok insanın kendi geldiği yeri çabuk unutup, genç arkadaşlarımızın sendikalaşmasına izin vermemesinden kaynaklanıyor.  Düne kadar kendilerinin savunduğu sendikalaşmayı, bu kez karşılarında bir tehlike olarak görüyorlar. Meslektaşlarımızın sendikalaşma yoluyla elde edeceği haklarla kurumların zarar göreceğini ve batabileceğini iddia ederek sendikalaşmanın önünü kapatıyorlar.

 

Basının özgür olduğuna inanıyor musunuz?

Basın kuruluşları her dönemde baskı altına alınmaya çalışılmıştır. Ancak demokrasinin varlığı için hem özgür basının hem de ifade özgürlüğünün olması gerek.  Günümüzde ise özgür gazetecilik yapılabildiğine inanmıyorum.  Gazetecilik faaliyetlerinden dolayı gazeteciler gözaltına alınabiliyor, birçok gazetecinin telefonu dinleniyor.  Çalıştıkları kurumlarda patronlarının ticari bağlantıları ya da resmi kurumlarla olan bağlantıları da gazetecileri dar alanda çalışmaya zorluyor. Yani gazeteci özgürce mesleğini yapamıyor. 

 

Hemen herkes her fırsatta basında ciddi sorunlar olduğunu söylüyor. Size göre şu anda basın sektöründeki asıl sorun nedir?

Tabii ki asıl sorun en başta ekonomi.  Çünkü günümüzde bırakın ‘sendikalı’ olmayı, insanlar bu iş kolunda hak ettikleri ücreti almadıkları gibi birçoğu da kadrosuz çalışıyor. Kadrolu çalışanların da çoğu sendikasız. Özellikle yerel medyada meslektaşlarımızın çok büyük çoğunluğu asgari ücretle çalışıyor. Yani bir gazetecinin eline bin liradan fazla para geçmiyor. Bu ücret, bir ailenin geçinebilmesi için yeterli bir miktar değil. Bir gazetecinin evine ekmek götürebilmesi için aylık kazancının üç bin liradan az olmaması lazım. Günümüzde bir gazetecinin başkasının kesesine bakmadan özgürce muhabirlik yapması için gazetecinin yaşam standartlarının, sosyal haklarının artırılması şart. Dediğim gibi, 10 Ocak’ı basın bayramı olarak kutluyoruz ama bugün günümüzde çok az gazetecinin sosyal hakkı, sendikal hakkı var. Bunların hepsi mucize.

 

Geçmişte de böyle miydi?

70’yi yıllarda çalıştığımız gazeteleri düşündüğümüzde Hürriyet’te, Milliyet’te, Tercüman’da, hepsinde sendika vardı.  Gazete sahipleri toplu iş sözleşmesine otururken bir sonraki sözleşmede daha fazla zam yapıyordu ki “Diğer gazetelere oranla daha fazla para verdik” diyebilmek için. Günümüzdeyse “Çalışanlarımıza zam vereceğiz” diye bir rekabet yok. Çünkü her şey patronun iki dudağının arasında. Eskiden gazeteci yaptığı haberden dolayı ödüllendirilirdi, bugünse yapacağı bir yolsuzluk haberi gazetecinin işine son verilmesine neden olabiliyor.

 

Niye?

Özellikle yaygın medyada patronların çoğunluğunun siyasetle ilişkileri var. Bu nedenle saehip oldukları medya kuruluşlarında bu ilişkileri bozabilecek haberlerde kendi çalışanının durumunu göz ardı etmeyi tercih edebiliyorlar. Bu ilişkileri zarar verebilecek olan çalışanın işine son veriyorlar.

 

Medyada dönüşüm mü var?

Menfaate yönelik bir dönüşüm var.  Özellikle de yaygın medyada. Yerel medya ise çok zor şartlarda hayatını sürdürüyor. Bugün Basın İlan Kurumu’nun verdiği para eskisi gibi yüksek miktarlarda değil. BİK’ten alınan resmi ilan geliriyle çalışanların maaşını bile karşılamıyorlar. Bugün bir inat uğruna birçok şehrimizde, Adana’da da arzu edilenin çok üzerinde yerel gazete var. Bu gazetelerin sayısı daha az olsa belki BİK’ten aldıkları rakam daha fazla olacak ve çalışanın maaşını daha rahat verecekler.  Belki başka sosyal haklar da sağlayabilecekler. Aynı zamanda kalite konusunda rekabet güçlerini de artıracaklar ama durum tam tersi. Giderek gazete sayısı artıyor ve bunun en büyük nedeni de ülkemizde önüne gelenin gazete çıkartıyor olması.

 

Neden bu kadar çok gazete çıkıyor?

Türkiye’de ifade özgürlüğünün olması gerektiği gerekçesiyle bunun önü açılıyor. Bugün hiçbir doktor ya da eczacı eğitimini görmeden, o mesleği yapamazken bu sektörde Cumhuriyet Savcılığına bir dilekçe vererek herkes gazete çıkarabiliyor.

 

Gazete çıkarma kriterlerinin değişmesi mi gerekiyor?

Evet, bu kriterlerin tamamen değişmesi gerekiyor. Canı sıkılan, parası olan ya da kafası bozulan insan gidip gazete çıkarmamalı. Bir kişi gazete çıkaracaksa bence sektörde 5-10 yıl tecrübesi olmalı. Bu sektörü bilmeli ama bugün ne yazık ki öyle değil. Savcılığa bir dilekçe vererek ya da gidip bir gazeteyi satın alıp “Ben gazete patronuyum” diyebiliyor insanlar. Bunlar yanlış şeyler. Bunun biran önce baştan düzenlenmesi lazım. Önüne her gelen gazete çıkartamamalı ve gazeteler daha saygın olmalı.

 

Son yıllarda gazeteciliğin itibarının da kalmadığı yönünde eleştiriler var. Sizce de gazetecilik itibar kaybına uğradı mı?

Geçmişte, özellikle de 70’li yıllarda sarı basın kartının çok büyük itibarı vardı. Bu kartla er yere girebilirdiniz. Örneğin uçak bileti alırken yüzde 50’ye yakın indirimler yapılırdı. Bugün sarı basın kartlı gazetecilere özel indirimlerin hemen hemen hepsi kaldırıldı. Çok az kurum sarı basın kartlı gazeteciyle yüzde 20-30 oranında indirim sağlıyor. Tabi ki bu oranlar basın çalışanları açısından yeterli değil. Çünkü sektörde çalışan insanların aldıkları ücret yeterli değil ki, indirim yapsan ne işe yarayacak?  Sarı basın kartının özellikle haber çalışmalarında itibarlı olmasını istiyorum. Yanı sıra gazeteci zor şartlarda çalıştığı için bazı imkanlardan faydalanırken de bu kartın faydasını görebilmeli. Çok büyük oranlarda olmasa da onun geçimini kolaylaştıracak indirimlerin sağlanması gerektiğini düşünüyorum.

 

Bu indirimler kamuda mı özelde mi olmalı?

Devlet örnek teşkil etmeli. Yanılmıyorsam Devlet Demiryolları’nda gidiş-dönüş biletinde  yüzde 20 indirim var. Bu indirim sadece gazeteciye değil öğrenciye ve yaşlıya da yapılıyor. Gazeteciyle verilmiş özel bir ayrıcalık yok devlet kurumlarında. Bunun oranını diğer kurumlardan farklı tutulmalı çünkü gazeteciler topluma haber ulaştıran insanlar. Çünkü gazeteciler tarihe tanıklık eden insanlar ve zamanla yarışıyorlar.  THY olsun, TCDD olsun,  deniz yolları olsun, kamunun olduğu ulaşım alanlarından gazetecilerin en ekonomik şekilde faydalanmaları sağlanmalıdır.

 

Gazetecilerin niteliğinde de bozulma olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet. Çünkü gazete sahipleri belli popülaritesi olan kişileri hemen köşe yazarı kadrosuna dahil ediyorlar. Bir süre sonra bunun zararını kendileri de görüyorlar ama iş işten geçmiş oluyor.  Çünkü bu kişileri sektöre girdirmiş oluyorlar ve bunlar gazete gazete geziyorlar. Bence her önüne gelenin köşe yazarı olmaması lazım. İnsanların mesleki deneyimi olmalı. Bu işin eğitimini alanların günahı ne? Yıllarca okulunu okuyup eğitimini görüp, çalışmaya başlıyor ama dışarıdan gelen başka bir meslek erbabı “Bu sektörde ben yazarım” diyor. Bence asıl yazar bu sektörün içinden gelen insanlardır.

 

Sektörden bir kaçış da var gibi…

Evet var. İletişim fakültelerinde ya da iletişim meslek liselerinde okuyan kişilerin çoğu gazeteci olmayı hedefliyorlar ama sektörün içinde bulunduğu durumu gördüklerinde,  tozpembe hayallerinin gerçek olmadığının farkına varıyorlar. Staj yapmak için gittikleri kuruluşlarda insanların hangi şartlarda çalıştıklarını, gazetecilikte ekmeğin aslanın ağzında değil midesinde olduğunu görüyorlar. İster istemez bu sektörden uzaklaşmak isteyenler çoğalıyor.  Bu nedenle bugün iletişim meslek lisesinden ya da iletişim fakültesinden mezun olan birçok insan farklı iş kollarında iş peşinde koşuyor.

 

Örnekleyebilir misiniz?

Mesela, yayıncılık, pazarcılık, kitapçılık hatta bakkallık yapan gazeteci kökenli insanlar var. Çünkü şartlar buna zorluyor. Eskiden daha rahat koşullarda çalışıp, yüksek gelirler elde ediyordu gazeteciler. Bugün ise ücretler ne yazık ki asgari ücret düzeyine düştü.

 

Yerel basında kurum sahiplerinin de yaşadığı ciddi sorunları var…

Çalışanlar kadar yerel basın kuruluşlarının sahipleri de ciddi sorunlar yaşıyorlar. Bugün ülkemizde birçok kurum ve kuruluş yerel medyayı kendilerinin haber hamalı olarak görüyor. Ağızlarından ne çıkarsa yerel medyada yayınlanmak zorundaymış gibi düşünüp bu yönde ifadeler kullanıyorlar. Ancak yılın 12 ayı kullandıkları yerel medyaya ilan vermekten, abone olmaktan ve yerel gazete okumaktan imtina ediyorlar. Hatta haberlerinin çıktığı gazeteleri bile bedava istemeye çalışanlar var. Eğer yerel medyadan faydalanıyorsanız, haberlerinizin yayınlanmasını istiyorsanız, hangi yerel medya kuruluşu olursa olsun kendinize yakın hissettiğiniz bir yerel gazeteyi alıp okursunuz, okutursunuz, ilan verir abone olursunuz. Bu yerel medyayı desteklemektir. Onlar sizi haberleriyle destekliyorsa sizin ona göstereceğiniz vefa borcu o gazeteye sahip çıkmaktan geçer. Biz hiç kimseye şu gazeteye para bağışlayın, abartılı abone olun demiyoruz. Herkesin gazete alıp okuyarak, gerekirse abone olarak, ihtiyaç duyduğunda ilan vererek yerel basına destek olmak gerektiğini düşünüyorum. Oysa bugün birçok kişinin gazete sütunlarında onlarca haberi, fotoğrafı çıkıyor yayınlanıyor ama aynı kişilerin gazetelerde bir ilanını göremiyoruz.

 

Yerel basın kuruluşları ne yapabilir bu konuda?

Aslında yerel medya patronları oturup bir karar alabilirler. “Bizi her türlü şartlarda kullanan bu kişilerin haberlerini kullanamayalım. Onlar da kendine çeki düzen versin” diyebilirler. O şahıs veya kurumlar yerel medyaya ilan veya abone desteği sağlayabilir ama mesela şehitlerimizle, gazilerimizle ilgili dernekler bütçelerinden dolayı bu desteği veremeyebilirler.  Onları ayrı tutmak gerek. Yerel gazeteleri kendilerinin bedava teşhir yeri olarak görüyorlar. Bunun önüne geçmek lazım. Çünkü yerel medya kimsenin günah keçisi değil.