Sismoloji yani deprem biliminin ortaya çıkış nedeni oldukça düşündürücü.

1 Kasım 1755 tarihinde Portekiz Krallığı’nın başkenti Lizbon’da yaşanan büyük depreme dayanıyor.

Depremin ardından yaşanan o kadar tanıdık, bildik ki…

Melih Baki’nin ağzından dinliyoruz yaşananları:

“Tarih 1 Kasım 1755.

Sayısız sömürge sahibi Portekiz Krallığının başkenti Lizbon, saat 10.00’a geldiğinde çok büyük bir depremle sarsıldı.

Aralarında kiliselerin de olduğu binalar tüyler ürpertici bir şekilde yıkıldı.

Birden bire gündüz karanlığa döndü.

15 dakika sonra ikinci büyük sarsıntı Lizbon’u vurdu.

Depremi yaşayan Lizbonlu Antoniopereira tanık olduklarını, “Kentin zemini kabaran bir deniz dalgası gibi kalkıp kalkıp iniyordu. İkinci depremden kısa bir süre sonra Üçüncü bir depremle kent sarsılınca Lizbon harabeye dönerek yerle bir oldu” diyerek anlatıyor.

Braddock ise “Varsıl, yoksul, zanaatçı veya din adamı, çocuk,  büyük, zenci, beyaz, yaşlı,  genç, kadın, erkek ayrımı yapmadan herkesi deprem eşit işleme tabi tutmuştu” diye yazıyor. Yaşanan bu depreme kadar krallar veya krallığı idare edenler din adamlarını yanına alıp deprem bölgesine gidip halkı “Ne yapalım? Tanrı kötü ruhları, kötü insanları, günahkarları cezalandırıyor” diyerek teskin etmeye çalışırdı.

Lizbon’da ise öyle olmadı.

Kral ve beraberindekiler yine halkın arasına aynı sözleri söylemek için indiğinde, hayatta kalanlar krala ve etrafındakilere saldırdılar.

Linç olmaktan son anda zor kurtulan kral bu duruma şaşırır ve halkın neden saldırdığının öğrenmek için adamlarından sivil giysiler giyip halkın arasında araştırma yapmasını ister.

Kralın adamları halka neden saldırdıklarını sorar ve aldıkları yanıt ise oldukça düşündürücüdür:

“Küçük çocukların günahı neydi? Kiliselerde, camilerde ibadet edenler, evdekiler hepsi feci bir şekilde öldü ama Lizbon genelevi yıkılmadı. İçindeki fahişeler, pezevenkler mi Tanrı’nın iyi ve günahsız kulları? Bizi bu güne kadar kandırdılar…”

Kral adamlarından aldığı bu raporun ardından “Araştırın bu doğa olayını” diye emreder ve böylece deprem bilimi doğar.  Lizbon’da halkın Krala gösterdiği tepki sayesinde depremi ve yer altında neler olduğunu öğrendik.”

***

259 yıl önce yaşananlarla günümüzde yaşananlar arasında aslında çok da fark olmadığını görmek oldukça düşündürücü.

Lizbonluların verdiği tepkisinin sonucunda insanlık için en önemli bilimlerden biri ortaya çıkıyor ve dünya bu bilimin ortaya koyduğu veriler ışığında yaşamı yönlendirirken, 17 Ağustos Marmara depreminde hayatını kaybedenler için kimi çevrelerin “İçki içenler, fuhuş yapanlar” öldü şeklindeki açıklamalar yaptığını unutmadık.

Eller aya giderken biz yaya mı kaldık acaba?

Resmi rakamlara göre 17 bin 480 kişinin yıkılan binaların altında kaldığı Marmara Depremi’nin ardından bugün hala Allah’a emanet bir yaşam sürdüren milyonlarca insan var ülkemizde.

Yasalar, yönetmelikler değişse de anlayış değişmediği için doğal olayları kendi elimizle afete dönüştürmeye devam ediyoruz.

 

***

Peki geçmişten günümüze ne değişti?

Teknoloji ve bilimdeki inanılmaz hızdaki ilerlemeye karşın toplumsal yaşamı sabote eden, insan hayatını hiçe sayan bir çok şeyin değişmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

 

Hırsızlar, arsızlar, namussuzlar, ırz düşmanları, soyguncular bir elleri yağda bir elleri balda oldukça lüks ve rahat bir yaşam sürdürürken, alnının teriyle ekmeğini kazanmaya çalışan, namuslu, dürüst, sözünün eri, vatansever, insanlık için bir şeyler yapmaya çalışan idealist  insanların sefalet içinde yaşadığı, dini, ibadet şekli, rengi, dili yüzünden ötekileştirildiği günümüzde kim daha değerli?

Irz düşmanları mı namuslular mı?

Hırsızlar mı alın teriyle ekmeğini kazanmaya çalışanlar mı?

Değerli olan erdem mi maddi güç mü?

Afete dönüştürdüğümüz doğa olaylarında can veren, yaralanan, maddi ve manevi açıdan zarar görenlerin tamamına yakınının maddi gücü olmayan insanlar olduğunu hepimiz biliyoruz.

***

Bu arada katledilen, istismar edilen, sokaklarda çalıştırılan, suça sürüklenen ve minik bedenleri binlerce ton ağırlığın altında kalarak can veren o çocukların günahı neydi?