Bir şehrin dost olmadan yaşanma ihtimalinin çok kısa olduğu kanısındaydım. Bunu nefes almakla eşdeğer sayardım. Dostlar yoksa,  iki lafın belini kırmadan, derdine, mutluluğuna ortak  olmadan hiçbir şeye anlam katamazdım. Yollar yokuşa, gülüşler çatık bir kaşa dönerdi. Türlü türlü yemeklerden dahi tat alamazdım. Yavan, soğuk bir ortamda öylece bir başıma kalırdım. Yalnızlığım; çocukluğumda salça sürülen ekmekteki lezzeti özlerdi. Çünkü o dönemlerim, tıpkı dostlarım gibi gerçekti, samimiydi.
Üç gece konakladığımız ve yeşil tonlarından gri tonlara artışın görüldüğü bu şehrin çekilmez taraflarından çok, çekilir yanları ağır basıyordu. Sevdiklerim beni hiç yalnız bırakmıyordu. Seslerini, gülüşlerini uzun uzun dinleyerek özümsediğim zamanlarda, özlemim az da olsa hafifliyordu. Adana’nın yüreğimde silinmez sevgisi dahi, bu durumu değiştirmeye yetmiyordu. Oysa ki cümle alem bilirdi; dünya bir yana, Adana kalbimdeydi.
Yurdun dört bir yanından çevre adına hazırlanmış birlimsel çalışmaların yer aldığı meslek odamızın etkinliğinde, ilk iki gün başarılı şekilde geçmişti. Etkinliğin üçüncü günü Anıtkabire gidilerek, Atamız ziyaret edilecekti. Yani program belliydi. Üç gece konakladığım Odtü’nün sade ve sessiz misafirhanesinden eşyalarımızı alarak, arkadaşlarla otobüse doğru yürüdük. Bir anda hüznüm mutluluğa, karamsarlığım umuda evrildi.
Anıtkabiri her ziyaretimde oluşan tatlı heyecan, otobüsün hareket etmesiyle yine kendini gösterdi. Kapı girişinde otobüsten inerek içeri girdik. Aslanlı yolun başında görevli askerler heyet başkanı kim diye sordu ve heyet başkanımız belli değildi. Ben başka arkadaşları, onlar beni önerdi. Bu şerefli görevin kabulüyle birlikte heyetten ayrılarak, anı defterinin olduğu odaya gitmem söylendi. Aslanlı yolda ilerlerken kalbimin atışı dışardan hissedilebilirdi. Hazırlıksızdım ve ne yazacağım önceden belli de değildi. Kendi kendime söyleniyordum, keşke önceden bilgi verilseydi. Hazırlanırdım, duygularımı geceden kaleme alırdım. Lakin bu durum, Atamızın huzuruna çıkmakla eş değerdi. Heyecan vermesi gayet normaldi.
Yürürken telefonumda Atatürk için yazmış olduğum şiirler aklıma geldi. Beğendiğim bir şiiri buldum ve telefonu sessize alıp içeri girdim. Askerler kendilerini tanıtıp, süreçle ilgili bilgi verdi. Defteri açtılar ve buyrun dediler… Anı defterinin önündeki kalemi alınca elim titremeye başladı. Heyecanlıydım. Kalbim çok hızlı atıyordu. Yazımın çok güzel olduğu söylenemezdi belki ama ellerim heyecandan yazmakta zorlanıyor, harfleri yerli yerine dahi koyamıyordu. Nefes aldım, titreme elimden ayağıma geçti. Sağ ayağım tir tir titriyordu. Mutluluğun yarattığı heyecan bu olsa gerekti… Zar zorda olsa duygularımı yazdım ve daha sonra heyetimizle birlikte mozoleye çelenk koyup saygı duruşunda bulunarak hatıra fotoğrafı çektirdik. Anı defterinin olduğu odaya tekrardan gelip, heyetimize yazdıklarımı okudum;
Çekilen acılar derdi,
Vatan sevdasıydı.
Zulme dur demek için
Gecesini gündüzüne kattı.
Uykusuz kaldı, yorulmadı.
Yürüdü zafere
Engelleri aşarak…
Hem kendine, hem halka inandı…
19 Mayıs’ta
Samsun’a ayak bastı
Kurtuluş ateşini yaktı…
 
Sevgili Atam… eşsiz hatıran önünde saygıyla eğiliyorum.