Kalabalık toplanmış, ayaküstü sohbet ediyorlardı. Bir kısmı sık sık, bir kısmı ayda yılda nadiren bir vesile ile yan yana gelirdi. Görüşmelerinde bıraktıkları ifadeler tekrar buluşuncaya kadar yürekte aynı tazelikte saklanır, gözlerin ilk temasıyla yürekten yüzlere, adım adım tüm hücrelere yayılırdı. Sohbetlerinin tadına doyum olmazdı. Kendini vererek susup dinleyen, kelimelerin içinden geçtiği ahengi yakalayıp, bir tarafından asılarak asırlarca yol alabilirdi.  Zaman makinesinin geçmişe dönük tarafından edindiği bilgileri geleceğe öngörü ile yorabilir, bilimi kendisine hedef yapabilirdi. Ayaküstünde konuşanlar, birbirlerine anlattıkları her neyse içinde gerçekçi ifadelerle dile getirirdi. Tecrübede hakimdi duruşlarına, sokaklarda alışkındı adımlarına. Sevdalarını beklemeyi, çıktıkları her yolda sabırla ilerlemeyi öğrenmişlerdi. Bu kaderden öte bir öğrenmişlikti.

Sohbet devam ediyor, kimse sıkılmaya dair bir davranış sergilemiyordu. Elbette vücut dilinden anlamaları, bu zorunluluğu getirmiyordu. Samimiyet her anlarını kuşatmış, sahteliğe alan bırakmamıştı. Dillerinde yalınlıklar olabilirdi ama yalanlar cümle dahi oluşturamazdı. Sıra anılara gelince, ismi geçen oradaysa birkaç cümleyle oda eşlik eder ve anıları canlandırırdı. Orada değilse ve kaybettikleri biriyse yüzler düşer, hepsini içten içe bir hüzün kaplardı...

Uğultu vardı lakin rahatsız edici bir durum teşkil etmiyordu. İkili üçlü gruplar şeklinde kümelenen yıllanmış arkadaşlar, birbirlerinin gözlerinin içine bakarak çekinmeden, kusur gözetmeden içtenlikle konuşuyorlardı. Zaman zaman anılarla harmanlanıp anlatılan ve ses yükseltilen mevzular yan kümelerin dikkatini çekiyor, gözler bir anda o tarafa dönüyordu. Diyeceğim o ki mevzular bazen derinleşiyordu… Bir hafta önce görüşmüş olanların, uzun yıllardır birbirini görmemiş gibi hasret gidermesi, birbirlerine sımsıkı sarılması kıskanılacak zamanların güzelliğini dahi kıskandırıyordu. Bunu hissetmemek için kalpsiz olmak gerekti. Bu tamda günümüz koşullarının oluşturduğu ve sevdirmeye çalıştığı yalnızlıkların dayattığı, ruhsuz kısa süreli arkadaşlıkların getirdiği bir duyguydu. Böyleleri nasip olsun insana demek, imrenmek, mutlulukla o anları izlemek doyulmayan bir tadın damakta bıraktığıydı.

Bu sefer toplanmalarına bir hüzün sebepti aslında. Gözlerinde ise umut dolu bir tebessüm… Gözyaşlarını tutamayanlarda vardı, övgü dolu cümlelerle onu anlatanlarda. En sevdiklerinden olan ve yaşamını bilimle geçirmiş, bilime adamış bir arkadaşlarının kendilerini yalnız bırakmalarına sitemliydiler. Keşke ve neden diye kurulan cümlelerin ardından gelen, bilime ve öğrencilerine verdiği özeni kendi sağlığına vermiyordu oluyordu. Yaşarken bilimleydi, giderken de kadavrasını tıp fakültesine bağışlamasıyla, bilimle devam edeceğinin mesajını vermeye çalışıyor deniyordu. Bir döngünün içerisinde; doğanın parçası olarak topraktan gelen ve toprağa gidenlerin alışmış olduğu düzeni bozuyor, onların yüzlerinde anlık şaşkınlık yaratıyordu.

Onun; nefes alıp vererek varlığıyla oluşturdukları, yaptıkları nasıl ki bilimse; nefes alıp vermediğiyle de her anı bilimdi… İşte bilimse, gerçek bilim ve bilim kadını/adamı böyle olmalıydı. Yaşamı da bilimdi, ölümü de..!

Fadiş hocaya ithafen… Sevgiler…