Yıllarca yutulup saklanmış bir sırrın ortaya çıkmasının, bir tespihin kopup boncuklarının dört bir yana dağılmasının şaşkınlığını taşıyordu yüzünde. İfadeleri, kendini ifade etmeye dahi yetmiyordu. Beklenmedik anda gün yüzüne çıkan gerçekleri, gerçek dışı söylemler yüksek tonda dahi örtemiyordu. Gerçekler bir güneş, balçıkla sıvanmıyordu. Nereye gizleyebilirdi ki artık, ömrünü üzerinde şekillendirdiği yanlışları, yaptığı hataları nasıl düzeltebilirdi? Bitmek üzere olan yolun son düzlüğünde, yaptıklarını kendi kendine itiraf ederek bir anlamda günah çıkarıyordu.  İç dünyasında yaptığı bu hesaplaşmalarında zaman zaman sessiz sedasız kalsa da, bazen bir iki kadeh sonrasında sesini yükselterek yaşananları kadere bağlıyordu. Haksız olduğu yerlerin çokluğu kadar, haklı sayılabilecek az miktarda noktayı da görmek gerekiyordu.

Her sıkıştığında, neden böyle oldu dendiğinde verdiği sıradan cevaplardan biri; hayat bize gülen yüzünü değil, hep asık yüzünü gösterdi oluyordu. Yaptıklarım, yaşadıklarımın etkisinde diyordu. Kişilik şekillenmesi, küçüklükten yaşanan olumsuzlukların ve çekilen acıların yürekte yarattığı tahribatın birleşimi olarak gösteriyordu. Kurduğu cümlelere ve ses tonuna hayran kalıp etkisine kapılmamak imkansızdı.  Süslü kelimeleri ağzından; okuduğu onlarca kitabın, romanın, hikayenin, derginin, makalenin kısaca entelektüel birikiminin sonucunda ardı ardına zorlanmadan çıkıyordu. Geçmişte zorlu koşullarda yaşayan bir oymuş ve hatalar üzerine kurulan yaşamı normalmiş gibi inandırmaya çalışıyordu.

İki parmağının birleşim noktasından tuttuğu ve yanından eksik etmediği sigarasını sonuna kadar çeker, yaşlanmış buğulu gözlerle konuşmaya devam ederdi. Akıcı ve bakışları etkileyiciydi. Köyden şehre gelince tanıdıklar vasıtasıyla fabrikaya girmiş, ekmeğini eline almıştı. Ardından bir akrabasının kızıyla evlendirilmiş, evliliğinde hiç gün yüzü görmemişti. Köyde sevdiği olduğunu, ailesinin baskısıyla evlenince mutlu olamadığını söylemişti. Hatalarım birazda bu yüzden peş peşe geldi diye de eklerdi. Yüreğim sevdiğimde kaldı, sözüm vardı… Gidip alamadım; sözümde, sevdamda yarıda kaldı… Ağlayarak anlatması bazen can yakardı. Tekrar karşılaştığımızda artık 60’ındaydı…

Geçmişin ve mutsuz bir evliliğin yarattığı travmalar bünyesini alkole bağımlı kılmıştı. İçmediği gün yok denecek kadar azdı. Ardı ardına dört çocuk ve sürekli tartıştığı eşiyle, etrafa her an rol kesen bir duruma gelmişti. Eşine dostuna hatta çocuklarına dahi yalanlar söyleyerek günü kurtarmaya çalışıyordu. Etrafına, mutsuzluğunu kamufle edecek cümleler kullanıp gülücükler saçıyordu. Oysaki mutsuzluğu içten içe büyüyerek artıyordu. Çocukların geleceğe dönük planlarında hep umutlu söylemler olsa da, bir gün yarıda bırakıp gitme planları yapıyordu. Kafasının bir yerinde sürekli bu duruyordu. Yaşı 41 olunca emekliliği dolmuştu. Bu yaşam onun gibi görünse de o, bu yaşamın içine sığmıyor, kendini buraya ait hissetmiyordu. Zorla alıkonulmuş bir esir gibi zincirlerini kırıp, kurtulmak istiyordu. Ne sorumlulukların altından kalkmak, nede mutsuzluğu daha fazla tatmak istemiyordu. Zaten çocukluktan itibaren yaşadıkları yeterince zordu. Emekli olup, hata olduğunu bile bile belirlediği bir tarihte saçmalık olarak gördüğü ortamı düşünsel olarak terk ediyordu. Bu düşüncesini kimseyle paylaşmıyordu. Aniden çekip gidecek ve bir daha geri dönmeyecekti. Ardından ve bir gün yüz yüze gelinince yüzüne edilecek sözlere aldırmayacaktı.

Yalanlarla ve mutsuzlukla sürülen bir yaşamın sonu ancak gitmekle getirilebilirdi. Kendi giderken, yalanların sonu gelecekti. Yalan ve sahte bir yaşam içinde, devam edemezdi. Düşündükleri böyleydi…