Türkiye şimdi AKP hükümetlerinin Orta doğu politikasındaki bütün öngörülerinin iflas etmişliğinin faturasını ödemek zehabıyla baş başa kalmıştır.

Suriye rejimini yıkmak isteyen güçler Türkiye’yi de kolayca yanlarına çektiler. Strateji olarak Suriye’yi karıştırıp halkını isyana teşvik etmek istediler. Lakin bu öngörü fukarası güçler Rusya’yı Çin’i ve İran'ı hesaba hiç katmadılar.

Yoğunlukla Türkiye'nin organizatörlüğünde dünyanın her köşesinden sayıları 167’i bulan terör örgütlerini İslami cihat savsatası ile Suriye topraklarına ihraç ettiler. Ancak bu guruplar zamanla Esat ile savaşı bir tarafa bırakıp biri biriyle boğazlaşmaya girdiler. İŞİD örgütü ise torbanın turpu olarak kargaşanın tuzu biberi ve zapt edilemez figürü olmuştur. Bu kadar kralcılığın sonunda 3 ay sonra Şam’da namaz falan kılınamamıştır. Ve hatta İŞİD belası ile özellikle Türkiye baş başa kalmıştır. Dış siyaset dehası Ahmet Davutoğlu bu yanlış politikasının sonunda 2 milyondan fazla sığınmacıya sınırlarımızı yolgeçen hanı yapmıştır.


Bu basiretsiz davranışın aktörü Türkiye’yi 5 milyar dolarlık bir külfetin de altına yatırmasına rağmen şimdilerde kendisi Başbakanlık payesi ile taltif edilmiştir. Ne yaparsın burası Türkiye!

Güneyimizde türlü türlü terörist guruplarının cirit attığı 1200 kilometrelik sınırımız boyunca 3 yıl sürecek bir savaşa doğru iteklenmekteyiz. İnsani yardım boyutu dışında Türkiye bu dipsiz kuyuya asla atlamamalıdır.

1990’lı yılların başlarında Kuveyt'e müdahalede bulunan Saddam Hüseyin ve ülkesinin başına gelenler pekâlâ Türkiye'nin de başına gelebilir. Şimdilerde Türkiyeyi bu bataklığa çekmeye çalışan odaklar gün gelip Türkiye’yi işgalci konumuna sokabilirler. Zira Saddam Hüseyin’i de böyle tongaya düşürmüşlerdi. Türkiye hiç kimsenin çok uzun süre kazanamayacağı bir savaşın ortasına kendisini atmamalı, Batı'nın ve Amerika'nın savaş kobayı olmamalıdır.