Vazgeçmek…

Günü geldiğinde bir şeyleri ardında bırakıp da gidebilmek…

Bazen çok kolay bir eylem ve bazen de bir o kadar zor…

Bu zorluk ve kolaylığı ortaya çıkaran mevzu ise değer kavramından başka bir şey değildir…

Biçtiğiniz değere layık olmadığını düşündüğünüz şeyden ve/veya kimseden vazgeçmek nasıl çok kolay ise, biçtiğiniz değere layık olduğunu düşündüğünüz şeyden ve/veya kimseden vazgeçmek de bir o kadar zordur…

Günümüz dunyasında değişimin son derece hızlı bir şekilde gerçekleşmesi ve insanların bu duruma ayak uydurmada değişimden daha hızlı davranması, daha önceleri önem arz eden bazı değerlerin daha kolay bir şekilde yok edilmesine yol açmaktadır…

Bu yok edişler sonucunda, meydana gelen yıkımların belki de en önemlisi insanoğlunun özünde meydana gelen değişimlerdir…

Bu değişim öyle bir hal almaktadır ki, insanoğlu gün geçtikçe özünden biraz daha uzaklaşmakta ve insan kendi değerini kendi eliyle yok etme aşamasına getirmektedir…

Kaybolan bu değerlerden birkaçı dürüstlük, güven ve insanlık olarak karşımıza çıkmaktadır…

Ve her biri, insanın maneviyatında yer alan birbirinden farklı fakat birbiriyle ilintili kavramlardır…

Dürüstlüğün olmadığı yerde güveni aramak nasıl imkansız ise insanlığa yer bulmak da bir o kadar zor olmaktadır…

Günümüzde ise dürüst, güvenilir ve insancıl olan kimselere rastlamak pek de mümkün olmamakta ve bu kimseler sayı bakımından gün geçtikçe azalmaktadırlar…

Bu azalış, bu niteliklere sahip kimselerin toplum içindeki değerini artırmakta ve bu niteliklere sahip olmayan ve sayı bakımından çok fazla olan kimslerin değerini de düşürmektedir…

Bu sebepledir ki, değer dahi değersizliğin bu çokluğu içinde değersiz duruma düşmektedir…

Değer bu denli değersiz bir duruma düştüğü vakit de, bu değeri önemseyenler bu değersizliği ortaya çıkaran şeyden ve/veya kimseden vazgeçme yolunu seçmektedirler doğal olarak…

Ve ben, vazgeçtim dürüstlüğü yok sayan, güveni sarsan ve insanlığı büyük bir yıkıma uğratan insanlara bağlı kalmaktan…

İnsanlığı yok sayıp da maddeyi önplana çıkaranlardan…

Birileri aç iken tok yatanlardan…

Olduğu gibi görünmeyip ya da göründüğü gibi olmayıp da başka bir kimliğe bürünenlerden…

Söylenen her kelamda doğruyu söylüyormuş gibi gösterilen yalanları duymaktan…

Mumu yatsı vaktine kadar yanan yalancılardan…

Doğruyu savunan eğri insanlardan….

Her şeyi kendisine hak sayan lakin bir başkasının hakkını her durumda ihlal eden düşüncelerden…

Gizli kapaklı iş çevirip de, bir başkasının bundan haberdar olmadığını ve olmayacağını sanan güruhlardan…

İstediği şeyi elde ettiği vakit, onu hiç kaybetmeyeceğini düşünenlerden ve onu kaybedecek şeyleri yapmaya devam edenlerden…

Bir kimsenin kendisine yaşatılan en büyük sarsıntıları yok saymasından cesaret alıp da, küçük küçük sarsıntılara gizliden gizliye devam edenlerden…

Bir kağıt parçasına tapan ve insanı bir köle olarak gören sisteme ayak uyduranlardan…

Yaratılmış varlıklar içinde en değerli varlık olan insanı, en değersiz varlık durumuna düşürenlerden…

Ve ben vazgeçtim...

Eğri olanı her defasında bıkmadan, usanmadan, yorulmadan doğruya dönüştürmekten…

* * *

‘‘Anladım ki: İnsanlar; susanı korkak, görmezden geleni aptal, affetmeyi bileni çantada keklik sanıyorlar. Oysa ki; biz istediğimiz kadar hayatımızdalar. Göz yumduğumuz kadar dürüstler ve sustuğumuz kadar insanlar..!’’ [Şems-i Tebrizi]

Ve ben anladım ki, insanlar, elindekini kaybettiği zaman değer kavramaının ne olduğunu; kendilerinden vazgeçildiği zaman ise vazgeçilmiş olmanın ve vazgeçmenin ne demek olduğunu anlarlar…

Zordur vazgeçmek lakin vazgeçilmiş olmak ondan daha zordur…