Yalnız kalmak mıydı mutluluğumuz, yalnız bırak mı? Kaçmak herkesten ve ötesini düşünmeye fırsat verilmeyen tedaviye muhtaç hayatlarımızda, ucu bucağı olmayan beklentilerimiz mi! Kimseden habersiz, sadece kendimizle alakalı yaşayacağımız zaman dilimlerine manasız yüklediklerimiz mi! Hangisi mutluluktu? Ne gözlerde yaş, nede başta akıl kalmıştır. Vicdanlar nasırlaşmış yüreklerin kör kuyularında birer taştır artık. Diğerleri yani ötekiler ne umurumuzdaydı, ne aklımıza gelmiyordu. Böylesi daha kolay ve daha güzeldi. Çünkü zor olan, eşit paylaşılmış bir yaşamdı. Sistemin bireyci insanları olmaksa öyle kolaydı ki, tüm çarklardan bu yönde bir etki alınabilirdi. Kurallarını kim belirlemişse insanlığın, onurunun, erdeminin ve daha nicesinin bilmek ve üzerine sorular sormak gerek. Nerde başlar, nerde biter diye?

Yaklaşık bir hafta önce, sosyal medyada ve bazı basın yayın organlarında içimizi acıtan bir fotoğraf yayınlandı. Usta gazeteci abimiz İsmail Başkan tarafından çekilen, konu itibarı ile başarılı, insanlık içinse yüz karası bir eser. Adananın en işlek yerlerinden birinde, çöp konteynırının önünde oturmuş, çöpe atılanlardan aldıklarını önüne koymuş onunla karnını doyurmaya çalışan bir yurttaşın resmi. Bu memleketin kimliğini taşıyan, sahip çıkılmamasına, sokak ortasında açlığa mahkum edilmesine ve yaşadıklarına rağmen, muhtemelen oturulup konuşulsa memleket adına o kadar güzel sözler söyleyecektir ki. Ötekileştirilen, her şeye rağmen çöpe atılanlarla geçiştirmeye çalıştığı açlığıyla, yaşama karşı direnmektedir. Birçoğumuz için yemek yemek, sıradan basit hatta hızlı biranken, burada açlığın ızdırap olduğu ve bu ızdırabın ne zaman dineceğinin bilinmediği bir durum söz konusudur. Ne zaman dineceği bilinmemektedir çünkü daha evdeki çöp kutularında reaksiyonlara girerek bozunmaya başlayan, leş gibi kokan, insanların iğrendiği hangi çöpten yiyecek bir şeyler çıkacak ve açlığın üstü örtülecek bilinmemektedir. Evet, bu yurttaş direnmektedir. Memleketin insanlarına sinkaflı küfürler etmesine rağmen, ihaleler alanların alayının anasına avradına direnmektir! Yıllardır vatandaşa türlü yalanlar söyleyerek ihya olanların soyuna sopuna direnmektedir! Etrafından, olup bitenlerden bihaber, duyarsız, sahip olduğu teknolojik aletler tek kaygısı olan, düşünmeden yoksunların tamamına direnmektedir!

Adana’da yaşanılan sadece bir örnektir. Hem ilimizde, hem diğer şehirlerde benzer birçok örneğin olduğu konusunda hiç kuşkum bulunmamaktadır.   Sosyal devlet uygulamalarının sadece oy hesaplarıyla yapılmaması gerektiği, asıl el uzatılması gerekenlerin pas geçildiği bir kez daha görülmüştür. Ayrıca yerel yönetimlerin sosyal belediyecilik çalışmalarında, bu gibi durumların çözümü noktasında projeler üretmesi beklenir. Göz boyayarak, sadece halkın algısını yönetmek değil, ciddi çalışmalar yapmaları asli görevleridir.

Böyle daha mutluyum; siyasetle alakam ve siyasi bir düşüncem yok, yalnız kalmak hoşuma gidiyor, banane diğerlerinden canım, herkes kendi bacağından asılır gibi sözlerle ortaya çıkan bir tercih değil, kabullendirilmiş durumlardır. Düşünen, düşündükçe sorgulayıp yeni fikirler üreten, sitemde, sistemi yönetenlerde gördüğü eksiklikleri dile getiren, aynı fikirleri paylaştığı kişilerle bir araya gelerek fikirlerini geliştirip omuz omuza aynı amaç için mücadele edenler, maalesef hiç sevilmemişlerdir. Her şeye rağmen;

Aşımızı ekmeğimizi, günümüzü gecemizi, sevgimizi yüreğimizi, acımızı tatlımızı hatta ve hatta yaşamımızı paylaşmak konusunda duyarlı olunmalıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun, yaşanan acıları yüreğimizde hissetmek gerekmektedir. Kendime ait dörtlüklerden birinde dediğim gibi;

Sabahın köründe

Günün hemen önünde

Kalkmışsak, ayaktaysak

Birazı bana yaşamımın

Birazı sizlere.