Beklentisiz sürülen bir yaşamın sunduğu tüm parçalar; yoğunluklu, hacimli bir bütünün bünyesinde yer bulamasa da, birleşemese de çiçekli bir tablonun renklerinde, samimiyetle yoğrulan ekmek hamurunun her bir bezesinde kendisine yer buluyordu. Bunun önüne geçmek, engellemek ne mümkündü! Karşılıksız atılan her adım sadece insanlarla değil, doğada yer alan bin bir türlü canlıyla mesafeyi kaldırıyor, akla gelen her canlıyı mantığın içerisinde bir noktaya koyuyordu. Kıymet biçilmez bir noktada hepsine ayrı ayrı önem veriyor, anlam katıyordu. Katmasa ne olurdu ki! Değerlerinden, yaşama katkılarından bir azalma olur muydu? Tabi ki olmazdı… Onlar beklentili bir yaşamın değil, uzayda ufacık bir yer kaplayan yerküremizin ortak yaşamının asli unsurlarıydı. İnsan dışında tüm canlılar aslında böyleydi. Beklentisiz..!
Bir ağacın yaşamsal katkısının sonucunda bir beklenti güttüğünü, sizde bana bunun karşılığında şunu verin, ya da şunu yapın dediğini duyanınız var mı? Dilleri yok lakin olsaydı da bir karşılık gözetmeyeceklerinden eminim. Aslında ağaçların en büyük beklentisi, yaşamsal katkılarını azaltmama adına, insanların onlardan uzak durması gerektiğidir diye düşünüyorum. Birçok dünya ülkesinde yeşil alanlar tahrip ediliyor ve bu alanlar farklı amaçlar doğrultusunda kullanılıyor. Geldiğimiz noktada yerküremizin insan kaynaklı faaliyetlerden dolayı (fosil kaynaklı yakıtların kullanımı, yeşil alan tahribatları, kirli enerji tercihleri vb.) bir ısınmaya maruz kaldığı ve iklim değişikliğinin önüne geçilemez boyutta olaylara neden olduğu görülmektedir. Yaşam alanımız olan dünya sadece bize yani insanlara ait bir yer değildir. Biz sadece burada sürülen yaşamın bir parçasıyız. Ve diğer parçaları gözeterek yaşamalıyız. Bunu da unutmamalıyız. 
Sonsuz bir evren içerisinde; milyarlarca yıldızlar, galaksiler ve sırrına erilemeyen bin bir türlü kara delikler, sistemler zihinlerimizin sınırlarını zorlar bir haldedir. Ufak ve sessiz hareketlerle bulundukları yerde, varlıklarının ispatını dahi yapmaya ihtiyaç duymamaktadırlar. Onlar sadece varlar… Buna zerre kadar da gerek görmüyorlar. İnanmamak ya da görmezden gelmek, insan canlısının kendi varlığının evrende kapladığı küçüklüğü unutmak, hatırlamamak istemesi olarak izah edilebilir. 
Sosyal hayatın ve insani yaşamsal faaliyetlerin devamlılığının sağlanması dışında beklenti her şeyi zora sokar bir hal almıştır. 
Doğayı, yaşamı, yaşamda ki dengeyi bozan yine insan ve onun yaptıklarıdır. Bu yaptıklarının sonucunda hep bir beklenti vardır. Elde ettiği veya umduğu beklenti, yaşamın sürdürülebilirliğinin içerisinden alıp götürdüklerini asla telafi etmeye yetmeyecek, beklenti olduğu sürece aç gözlü hali hiç bitmeyecektir. Bunun geri dönüşü olmayacaktır. Yara alan, sarılıp tedavi edilecek bir uzuv, bir organ değil, yaşamın ta kendisidir. 
Sevgide de beklenti gözeten, karşılık isteyen yine insandır. Bir dost muhabbetinde biri şunu demişti;  “sevilmeden sevmeyeceksin arkadaş…” ve cümlesi uzayıp açıklayıcı kelimelerle devam etmişti. Belli ki acı yaşamıştı, bunu da bir tepki olarak dile getiriyordu. Ama doğru değildi. Sevgide beklenti, aslında sevmediğinin bir göstergesidir. Sevgi tek yönlü, tek kişilik bir yol gibidir. Sen düşersin yola, yüreğinle yol alırsın… Varsa sevginin karşılığı, karşıdan sana doğru gelir bir noktada senle birleşir. Sevgi tek yönlü, tek kişilik  papatya bezeli bir yol gibidir… Beklentisiz gidilir…