Merhaba Aylan bebek. Seni öyle cansız halde görüp, ismini haber ajanslarından duyup öğrenmek istemezdim. Cümle alemin yıl boyu plan yapıp, tatil için gidip keyif çattığı bir sahilde, senin masum, hareketsiz ve yüzü koyun yatışın burnumun direğini sızlattı. Üzüldüm diyemem sadece, çünkü kahroldum. Bu düzenin böyle gitmesine, yığınlarca vicdanlı insanın sessiz sedasız öylece bakakalmasına, kahroldum. Savaşın kahpe yanlılarına, ölümlerden kandan belenip, salyasını sağa sola sıçratanlara ise lanet okudum. Biliyorum yetmez. Gidişini geri getirmez. Dünyadaki en vahşi canlının türünden olmak bizlere en ağır ceza olsa gerek. Bir karınca, bir kelebek ya da bir çiçek olduğumuzu düşünsene! Yaşam süremiz belliydi belki, doğal yaşam süreçlerinde karşılaşacağımız risklerde… Fakat yan komşun seni boğazlar mıydı? Günlerce uğraşıp yaptığın yuvayı, başına bir gecede yıkar mıydı? Çiçek gibisin ama gerçektende çiçek olduğunu düşünsene. İnsan yamyamından başka etrafındaki çiçekler, gelip seni dalından koparır mıydı? Masumiyetine kurban olsaydı tüm hasta ruhlarda, yeter ki sen kalsaydın. Biliyorum, ne desek yetmez. Gidişini geri getirmez.
Hırslarına, egolarına, zavallı bir mahlukat gibi nefsine hâkim olamayan, hiçbir şeye doymadıkları gibi kanada doymak bilmeyen bu yamyamlar, inansalar bir şeylere inandıklarına havale edip, en ağır küfürleri edeceğim fakat kandan beslenenlerin inançları olduğuna kimse inandıramaz beni.
Ülkemiz bir acılar ülkesi. Gün geçmiyor ki yüreğimiz kanamasın, yaşatılan olaylarla bir parçası koparılıp bizden alınmasın. Buralarda “yüreğimi bitirdin” diye bir söz vardır. Yaşatılan kötü bir olaydan, yaşanan acılardan, korkulardan sonra söylenir. Bu yaşatılanlarla bizim yüreğimizi bitiriyorlar. Yüreğimiz tükendikçe, zalimce olaylar sonucunda gerçekleşen ölümlere alıştırıyorlar bizleri. Her ölüm normal geliyor yüreği tükenen bizlere. Yüreksizlerce tüketilen yüreklerimiz, acıma duygusundan, öfkeye kapılmaktan çok sessizce korkulara kapılıyor. Tepki verip ses çıkarması gereken hiçbir yerde kendini var edemiyor. Evet, yüreksiz(!) bir haldeyiz. Acılara alıştırıyorlar bizleri acılara. Her acıda azar azar kanayarak tükenen diz çökmeyen yanımız, zalimlerin savaş narası atarak harladığı ölümlere demi sessiz kalacak! Mutlulukları kendilerine, acıları mazlum halklara reva görenler tüketiyorlar bizleri. Duygularımızı tüketiyorlar. Ruhlarımızda ise derin yaralar açıyorlar yaptıklarıyla.
Öyle” insanlığın karaya vurduğu an, insanlık nerede, insanlık öldü, batsın bu dünya, tüm dünya utansın, insanlığın bitişinin resmi…” gibi klasik samimiyetsiz cümleler kurmaya gerek yok. Bizde yani insanoğlunda, utanılacak o kadar kötü olay var ki say say bitmez. Üstelik bundan sadece olumsuz şekilde etkilenen kişi ya da gruplar ses çıkarıp tepki gösteriyor. Sessiz kalınan o kadar ölüm yaşanıyor ki bu coğrafyada, şaşmamak elde değil.
Aylan bebeğin ölümünde tüm dünyadaki insanların payı var diyelim. Hatta ve hatta Etiyopya’daki kabile reisinin, Venezüella’daki tarım işçisinin, Almanya’daki mühendisin, Polonya’daki tezgahtarın, Rusya’daki astronotun, Çin’deki doktorun, Norveç’teki balıkçının, Avustralya’daki şoförün azda olsa ama bir payı var diyelim! Peki ya komşu ülkelerin; ülkemizin, hiç Suriyeli mülteci kabul etmeyen görgüsüz Suudi Arabistan’ın, Katar’ın, Kuveyt’in payı nedir? Aylan bebeğin ölümünde kimler Suriye’deki savaşı körükleyip, onların evinden barkından olmasını desteklediyse, hatta olursa bizde bu taraftan girelim dediyse, bu söylenenleri ve yapılanları destekleyip, sadece iftira atmaktan öte gidemediyse onlar sorumludur. Aylan bebeğin o minicik elleri huzuru mahşerde sizlerin yakasında olacaktır. Şuan yaptığınız gibi o zaman kimi kandırmaya çalışacaksınız. Allah ıslah etsin…