Çalma elin (komşunun) kapısını, çalarla kapını!

Abone Ol

Devr-i AKP”de Büyük Önder Atatürk’ün “Yurtta sulh, Cihanda sulh” öğüdünden sapma, hızını giderek artırıyor. “İnsan” içte olsun, dışta olsun giderek daha az önemsenen durumda…

Reis-ül Küttap’lığa soyunan Davutoğlu Ahmet bey döneminde”, komşularımızın içişlerine eylemli olarak karışmak şeklinde baş gösteren davranış, maalesef tırmanıştadır.

İçerde ise giderek “üretim”den uzaklaşan, kişiyi “yurttaş” değil “kul” olarak görüp ona emeğinin karşılığı hakkını değil, adeta “sadaka” vererek yaşatma yöntemi yaygınlaşmakta; Tarihi boyunca asla sömürge olmamış Türk Devleti, Türk Milleti, fiilen ve ekonomik bağımlılık çerçevesinde “çağdaş sömürgeleştirme” yoluna sürüklenmektedir.

Bu amaçla tasfiye gündeminde ilk sıralarda Atatürk/Atatürkçülük ve T.C. var!

BOP’un bugün uygulanan versiyonunda, Ulus/Üniter formdaki, Laik, Demokratik, Sosyal Hukuk Devleti yerine, bütün gücün ‘Başkanda temerküz ettiği’ sisteme ‘Kuvvetler Birliğine’ dönerken, acaba kelimenin tam anlamıyla “Jakobenleşen” kim?

ABD destekli, İsrail merkezli “BOP” planında Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti ve maalesef Türklüğü tasfiye bahasına oluşturulmak istenen “Federasyon”da, bünyeye alınmak istenen Kürtlerin “çeyizi” diye bazı çevrelerin iştahını kabartan, bölgede üç komşumuzun “petrol zenginliği” olacak gibi görünmekte!

Ancak kimsenin şüphesi olmasın, böylesi bir davranışın bizim için bedeli, orta ve uzun vadede çok acı olacaktır.

Böyle durumlar için söylenmiştir o güzel ve anlamlı bir atasözümüz dahi var: Çalma elin kapısını, çalarlar senin kapını…

Burada aksakalların verdiği, hem bireysel yaşam için hem devlet hayatında görev alacaklara derin ve manalı bir öğüttür.

O nedenle gerek Türk halkını bu inanılmaz kötü plana ikna etmekle görevli sözümona “akil” adamlar, gerekse hangi saikle olursa olsun ABD/İSRAİL/TAYYİP BEY Ortaklığının değirmenine su taşıyanlar durup bir düşünsünler: Çalma komşunun kapısını el ile, Çalarlar senin de kapını el ile…

Sosyal/Çalışma Hayatında da işi o kadar azıttılar ki “Sosyal Devlet” tasfiye edilip emek değeri sıfırlanırken, artık utanmadan, “Sorunsuz olarak işçi nasıl işten atılır” konulu toplantılar dahi düzenlenebiliyor.

Kendi insanını adam yerine koymayanların komşu hakkı kavramını da unutmalarına pek de şaşmamak gerek belki de…

Şunu hiç unutmamak gereklidir: 12 Eylül aslında bir “Sam amca yapımı” olup, Özal, Çiller ve Erdoğan, bu planda birbirlerini tamamlayan figürlerdir.

Bu kadersizliği yenmenin yolu elbette meşruiyet içinde ve demokrasi çerçevesinde olacak fakat öncelikli koşul, 1) Partilerde ‘iç demokrasiyi’ vakit geçirmeden sağlamalı, 2) Seçim barajını düşürmeliyiz.

Şöyle bir düşünülürse, Atatürk Cumhuriyetinin ilk yozlaştırılma girişimlerinin Özal ile başladığını, bir zamanlar MSP’nin milletvekili adayı Özal’ın “din istismarcılarının”, inanç tüccarlarının bitlerini kanlandıran marifetleri kolayca anımsanacaktır.

Buna karşın “Tarih” elbette günün şartlarından ve etkisinden arınmış olarak yazılırken,  Erbakan’ın bile “Milli” vasfına işaret edilecek; Sayın Demirel’in Atatürk’ün Cumhuriyeti uğruna yaptıklarını elbette takdirle anılacaktır.

Yakın tarihimizi iyi anlamak için emperyalizmin, parlamento açıkken Türkiye’yi teslim alamayacağından 12 Eylül ihtilalinin yapıldığını unutmamalıyız.

Türkiye Cumhuriyeti Devletine “Vatandaşlık bağı” ile bağlı olan, kuşkusuz devletine sadakat hissi duyar.

Devletlerine sadık olanlar da elbette Atatürk İlkelerini, Türk Devrimlerini, Cumhuriyetin temel felsefesini özümsemişlerdir.                         

Bu nedenle bugün olan bitene derin bir endişeyle bakan bir “sessiz çoğunluk” vardır.

Bu sessiz çoğunluk, hem içeride hem dışarıda olanları, ülkemizin içine sürüklenmek istediği macerayı tedirgin ve üzüntüyle seyrediyor.

Hem içimizde, hem çevremizdeki komşularımızla sorun yumağı büyütülürken, “sessiz çoğunluk” dediğimiz, çoğu emeği ile ve kıt kanaat geçinenlerin birey olarak dahi önemleri, maalesef muktedirlerin gözünde kocaman bir sıfır hükmünde, anlaşılıyor.

Bunun için ki içerde İsrail/ABD planları uğruna 1000 yıllık birliktelik harcanırken; komşularımızla belki de ebedi husumetlerin temeli atılıyor;

Çoğu yabancı sermayeye geçen işyerlerinde, işverene, “İşçileri nasıl daha kolay atarsınız” diye seminerlerde, tepkiler çığ gibi büyümese, Bakanlık Genel Müdürleri akıllar öğretilirken,

Yerli üreticiler ve işçiler ile işsizler elele sıkıntı girdabında kıvrandırılıyor;

Öte yandan akil adamlar halka, “acı ilaç”ı, kah şekerle kaplanmış olarak kah ölümü gösterip sıtmaya razı etme modeliyle felaket senaryosunu hazmettirme çabasındalar.

Ancak bilinsin ki, “çalarsan elin kapısını el ile, çalacaklardır senin kapını da el ile…”