İşte Prof. Dr. Mahir Fisunoğlu'nun Adana ve Türkiye ekonomisinin durumu...

1-“Ekonominin durumu, yönetim hatası mı, pandemi etkisi mi, üretimden uzaklaşma mı?”

Bir iktisadi sistem ve yönetiminden en önemli beklentiler; fiyat istikrarı (düşük enflasyon oranı da diyebiliriz), sürdürülebilir ve kapsayıcı iktisadi büyüme, düşük işsizlik oranı ve adil gelir dağılımıdır.

Türkiye ekonomisinin son yıllarda bu konularda sorun ve sıkıntıları vardı. İktisadi büyüme dalgalanmalar gösterirken, fiyatlar genel seviyesi artış eğiliminde, işsizlik de artış eğiliminde idi. 2019’da göreli bir istikrar sağlandı: 180 Milyar dolar ihracat ve 35 milyar dolar turizm geliri, Türkiye’ye göreli bir istikrar sağladı. 2020 de bu şekilde geçebilirdi, en azından ihracat ve turizm gelirleri geçen yılı yakalayabilirdi; ancak, pandemi bunu etkiledi. Ocak- Temmuz 2020 ihracat rakamı geçen senenin aynı dönemine göre 20 milyar dolar daha düşük ve bu sene turizm gelirlerinin çok düşük seviyelerde kalacağı bir gerçek. Ayrıca; pandemi döneminde alınan çeşitli makro iktisadi önlemler (vergi ertelemeleri, kamu harcamalarındaki artışlar gibi) makro iktisadi dengeyi de bozdu. Kamu kesimi bu nedenle, yılbaşında 2020 için planlanan 140 milyar TL’lik bütçe açığına, Temmuz ayında ulaştı. Ocak ayından itibaren yabancı portföy yatırımlarında çıkış (yani Türkiye’den ayrılma) var ve bu 30 milyar dolar civarında. Hükümetin dolar kurunu olabildiğince sabit tutabilmek için yaptığı döviz satışları ile, dolar/TL kurunda göreli bir istikrar sağlanabilse bile, son iki haftadır bu istikrar da bozuldu. Avro ise, adeta serbest yükselişte, çünkü, hükümet sadece dolara odaklandı.

Kamu ve özel kesimin 2020 dış borç ödemeleri 160 milyar dolar kadar. Bu borçların bir kısmı ödendi, ya da yeniden yapılandırıldı. Ekim- Aralık arasında yüksek ödemeler var. Bu borçlar da ya yeni borçlanmalarla, ya borçların yeniden yapılandırılması ile ya da ödeme yapılarak ödenecek. Muhtemelen özel şirketler borç ödeyebilmek için piyasadan döviz topladıkları için dolar/TL fiyatı artmaktadır.

Yeni borçlanma için ise, yurt dışı piyasalarda Türkiye için yüksek faiz talep ediliyor. “Ülke iflas risk primi” diye bir oran var, yurt dışındaki tahvillerinizin, “iflas” halindeki sigorta primi olarak çevrilebilir. Bu oran, şimdilerde 700 puan civarında ve bu da yurt dışından yüzde 7 faiz oranı ile borçlanabilme anlamına geliyor.

“Üretimden uzaklaşma mı?” şeklindeki sorunuz için söylenecek bir çok şey var: Bir ülke milli gelir ürettiği sürece üretim var demektir. Sorunuz herhalde, üretimin kompozisyonu üzerine idi. Üretim; tarım, sanayi (imalat, enerji ve madencilik) ve hizmetlerden (turizm, ticaret, ulaştırma, haberleşme, inşaat, bankacılık, eğitim, sağlık,…. gibi) oluşur. Türkiye bu alanlarda üretim yapmaktadır. Milli üretimde hizmetlerin yüzde 62, sanayinin yüzde 22 ve tarımın 6 pay aldığını görüyoruz. Burada kasıt edilen sanayi ya da tarım üretiminden mi uzaklaşma? Bu paylar arttırılabilir.

  1. TL’nin değer kaybı, faizin yükseltilmesi bir seçenek mi? Altın güvenli bir liman mı?

Hükümetin tercihi, düşük faiz. Böylece iş insanlarının daha düşük faizlerle daha çok yatırım yapabilecekleri, üretim ve istihdamın artacağı ve tüketicilerin de daha düşük faiz oranlarından borçlanarak (örneğin kredi kart faiz oranlarının düşük olması gibi) daha çok tüketim yapabilmeleri öngörülüyor.

Ancak, kredi faizlerinin diğer tarafı tasarruflar ve tasarruf yapacak olanlar (hane halkı, şirketler kesimi, kamu kesimi ve yabancılar) cari faiz oranı ve gelecekteki enflasyon tahminine bakarak tasarruf kararı alıyorlar. Beklenen enflasyonun yüksek olması, şu sıralarda yaşadığımız gibi, negatif (eksi) oranlarının ortaya çıkmasına ve dolayısı ile tasarruf eğiliminin gerilemesine yol açıyor. Bir taraftan düşük faizle yatırım ve tüketimi arttırma isteği ve diğer taraftan yetersiz tasarruf eğilimi gibi çelişkili bir durum ortaya çıkıyor.

Çözüm, faiz oranlarının yükselmesi gibi görünüyor ki, böylece, tasarruf-yatırım dengesi sağlanabilsin. Faizler yükselmezse ne olur? Tasarruf sahipleri “alternatif” arayışlarına girerler: Bizim gibi “çift paralı ekonomilerde” (TL ve dolar/avro) tasarruf sahipleri yabancı paralara, altına ya da gayri menkule yönelirler. Borsa gibi kurumlar ise herkesin bilgisi olmadığı, çok yakından takip edilip anında tepki gösterilmesi gereken kurumlardır. Bu “piyasa türleri” (yabancı para, altın, borsa, gayri menkul) hassasiyeti olan piyasalardır. Örneğin, covid- 19’e karşı güvenli bir aşının  bulunduğunu haberi gelsin. Ya da faiz oranlarındaki yükselmeleri. Altına, yabancı paraya ve gayri menkule olan talep anında değişecektir.

  1. Adana ekonomisi ile ilgili olarak; sektörel mi ürün odaklı teşvik mi? Tarım ve tarıma dayalı sanayiler? ISO 500’de 10 firmadan daha fazlasının olabilmesi için neler yapılmalı?

Adana, Türkiye’nin en büyük dördüncü ekonomisi unvanını kaybedeli yaklaşık 35yıl oldu. Ondan sonra, Adana, iktisaden geriledi. Bunda Güney Doğu Anadolu’dan gelen göç ve son yıllarda Suriye’den gelen göçün etkisi mutlaka vardır. Bu kadar yoğun göçe karşı; kamu ve özel kesimin yanında uluslar arası destekten de yeteri kadar yararlanılamadığı bir gerçektir.  Adana, Türkiye’nin yıllık GSYH üretiminin yaklaşık %2’sini gerçekleştirerek il bazlı GSYH sıralamasında 7.  konumda yer almaktadır. Ancak kişi başına GSMH, 2018 yılı verilerine göre, Türkiye ortalamasının 1300 dolar kadar altındadır. Aslında Adana, 1950’li ve 1960’lı yıllarda hükümet teşviklerinden yararlanmış ve büyük sanayi tesislerinin kurulmasını sağlayabilmişti. Belki bu büyük sanayiler, kendilerini destekleyecek orta ve küçük sanayi işletmeleri ile “entegre” olmada başarılı olamadılar ve birer birer kapanıp gittiler. Şimdi yeni şirketlerin ortaya çıkması, ve “yeni başarı hikayeleri”nin yazılma zamanı. Adana iş dünyası ve genelde Adana kamu oyunun sorması ve cevabını bulması gereken soru, bu başarı hikayelerinin yazılıp yazılamayacağı ve yazılırsa nasıl olacağıdır. Örneğin, tarımda, böyle zengin topraklara sahip, Türkiye’nin ve dünyanın başka yerlerinde dönüm başına ne kadar gelir elde ediliyor? Düşükse, tarımsal geliri nasıl arttıralım? Eğitimle (ve belli bir sürede)  işgücünün niteliklerini arttırarak, katma değeri yüksek sanayi ürünleri mi, yoksa “sıradan” ürünler mi? 1850’lilerden gelen sanayi hafızası ve iş yapabilme beceri ve yeteneklerini nasıl harekete geçirelim? Sadece Ceyhan Enerji Projesi bize yeter mi, yoksa daha da büyük projeler mi düşünelim?