JMO Adana Şube Başkanı Dr. Mehmet Tatar, 5 Haziran Dünya Çevre Günü nedeniyle yaptığı yazılı açıklamada “5 Haziran 1972 tarihinde Stocholm`de toplanan Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı`nın, "İnsanın, hürriyet, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşaması temel hakkıdır." kararından bu yana 42 yıl geçti. Sermayenin bitmek tükenmek bilmeyen kar hırsı, 5 Haziran Dünya Çevre Gününün 42.Yılında da yaşam çevremizi yok etmeye devam ediyor; iklim değişikliğine yol açan gazların salınımı kontrol altına alınamayıp ekolojik dengenin bozulması artarak sürerken, dünya kullanılabilir sularının yarısı kirletiliyor, ormanlar, tarım alanları hızla yok ediliyor. 5 Haziran Dünya Çevre Günü, yine bir kesimin hamasi nutuklarıyla kutlanacak. Çevreci görünenler, ‘Kyoto sözleşmesinden gelen karbon salım hakkı‘nı satmak için müşteri arayacak! Bu, ‘havayı kirletme hakkı satışı‘ ile küresel iklim değişikliğine katkıda bulunmak en büyük çevrecilik sayılacak”

ORMANLARIN YOK EDİLİŞİ YASAL HALE GETİRİLDİ
Tekellerin kar hırsının, dünyanın dört bir yanında çevreyi katletmeye devam edeceğini ifade eden Dr. Tatar, “Bio-akaryakıt ile ‘çevreci‘ bir maske altında tarım alanları tekellerin ihtiyacına göre düzenlenecek ve milyonlarca insan açlıkla yüz yüze bırakılacaktır. Plansız kentleşme, fosil yakıta dayalı üretim modelleri, hızla artan nükleer ve kimyasal atıklar, genetiği değiştirilmiş organizmalar, termik ve nükleer santraller  ‘gelişme‘ olarak dayatılacaktır. 2 B yasası ile de ormanlarımızın yok edilişi yasal hale getirildi. Bir yandan enerji ihtiyacı ve dışa bağımlı olmayalım bahanesiyle nehirlerimiz, derelerimiz satışa çıkarılıp, HES‘lerle doğal çevre ve  suyun insan hakkı olması yok edilirken, diğer taraftan dışa bağımlı, çevre felaketleri yaratan nükleer santrallerin, termik santrallerin kurulması yaygınlaştırıldı.  Ülkenin dört bir yanında, HES`ler, siyanürlü altın ve gümüş işletmeleri ile termik santrallerle, kültürel ve tarihi değerlerimizi yok eden barajlarla, susuzlaştırılan derelerimiz ve tarım alanları, imara açılan ormanlarımız, afet riski altındaki kentlerimiz ile doğal çevremiz, yaşam alanlarımız sürdürülebilir kalkınma adına daraltılırken, suyun piyasalaşması, nükleer santrallerin kurulması, siyanürlü  altın işletmeleri, ormanların tahribi devam edecek,  Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun‘un yürürlüğe girmesiyle bırakın sağlıklı bir çevrede yaşam hakkını, binlerce insanın barınma hakkı ranta kurban edilecek. Plansız ve denetim dışı gelişmelerin, kaynakları hızla tükettiği gibi bir doğa olayı depremi katliama, yağışları sel felaketlerine, maden işletmelerindeki yanlış uygulamalar işçi ölümlerine yol açmaktadır. Kentleşme için verilen yanlış yer seçimi kararları, yeterli mühendislik hizmeti almayan yapı üretimi ve özellikle denetimsizlik bir doğa olayını yine afete dönüştürmüştür. Bir afet ülkesi olan yurdumuzda yapı güvenliği, Odaların da denetim süreçleri dışında bırakılması nedeniyle bugün daha fazla denetim dışı bir hale gelmiştir. Yaşadığımız çevre bugün, düne göre afetlere karşı daha güvenli değildir”

 

DEPREMLERE HAZIRLIKSIZ YAKALANIYORUZ

Dr. Tatar, “Ege Denizinde meydana gelen 6.5 büyüklüğündeki deprem, bizlerin depreme hazırlıksız olduğumuzun gerçekliğini ana hatlarıyla ortaya çıkarmıştır. Sadece son birkaç yıllık dönemde yaşadığımız, Kütahya-Simav ve Van depremlerinin yol açtığı can ve mal kayıpları, yapı denetim sisteminin ne derece yetersiz ve sorunu çözmekten uzak olduğunu göstermiştir. Ayrıca, Soma da meydana gelen maden kazası; maden ocaklarında her yıl yaşanan ve artarak devam eden kazaların, bilimsel ve teknik alt yapı eksikliği kadar madencilik alanında uygulanan yanlış politikaların bir sonucu olduğunu göstermektedir” diye konuştu.