Gelinen noktada, Ülkemiz depremsellik gerçekliği ana hatlarıyla ortaya çıkardığını belirten JMO Adana Şube Başkanı Dr. Mehmet Tatar, “Birçok yerleşim birimimizin fay hattı veya fay zonlarının üzerinde, kenarında veya etki alanı içerisinde yer aldığı da bilinmektedir. Meydana gelen depreminde Kuzey Anadolu Fay hattının en batı ucunda Gökçeada‘nın kuzeyinde, deniz içerisinde yer alan bir seğmentinde meydana geldiği anlaşılmaktadır. Depremden sonra büyüklükleri 5.3‘e varan çok sayıda artçı depremlerin meydana geldiği görülmektedir.

Ülkemizde meydana gelen depremler ve bugüne kadar yapılan tüm araştırmalar, afet zararlarının önemli ölçüde denetimsizlikten kaynaklandığını ve doğa olaylarının afete dönüşmesinin en önemli nedenlerinden birinin de "Yapı Üretim-Denetim Sistemi" olduğunu göstermektedir” dedi.

 

YAPI DENETİMİNİN DIŞINDA TUTULAN BİNALAR ZAAFİYET YARATIYOR

Son depremde meydana gelen hasarların ilk belirlemelere göre yeraltısuyunun yüksek olduğu, gevşek alüvyal zeminler üzerine kurulmuş olan yerleşim birimlerinde meydana gelmiş olmasını JMO olarak söylediklerini hatırlatan Dr. Tatar, Sağlıklı ve güvenli kentleşmeler için şu maddeleri sıraladı; 1 - jeolojik verilere göre doğru yer seçiminden başlayarak, yapı üretim ve denetim süreçleri rantın değil bilimin ve mühendisliğin yol göstericiliğinde yürütülmelidir.  2 - Afet güvenli bir yapı üretimi için gerekli olan denetim sisteminin etkin, bütünlüklü ve güvenilir bir denetimi sağlayacak ve tüm süreçleri kapsayacak şekilde ele alınarak tanımlanması halkın can ve mal güvenliği için kaçınılmaz kamusal bir görevdir. Geçmişte yaşadığımız depremlerin yol açtığı can ve mal kayıpları, planlama, yapı üretim ve denetim sisteminin ne derece yetersiz ve sorunu çözmekten uzak olduğunu göstermiştir. Bu aşamada, her yönüyle etkin ve güvenli bir planlama, yapı üretim ve denetim sisteminin doğru tanımlar üzerinden yeniden kurulması kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmiştir.

3 - Ülkemizde meydana gelen depremlerin yol açtığı afet zararlarının, önemli ölçüde yanlış yer seçiminden ve binanın üzerine oturduğu zeminle ilişkisinden kaynaklandığı bilinmesine rağmen, binanın oturacağı zeminin özelliklerini ortaya koyan jeolojik-jeoteknik etüt (Zemin ve Temel Etüt) çalışmalarının "Yapı Denetim Sisteminin" dışında tutularak projeler ekinde sunulan önemsiz belgeler haline dönüştürülmüş olması yapı güvenliğinde ciddi bir zafiyet yaratmıştır. 4 - Yapı Denetim Sistemi uygulamada olduğu gibi sadece "bina inşasının denetimi" ile sınırlı kalmamalı; gelişmiş ülke örneklerinde olduğu gibi, arsanın imar parseline dönüştüğü aşamadan başlamak üzere "etüt-proje ile etüt-projeye uygun yapı üretim" süreçlerini de denetleyecek bir kapsama kavuşturulmalıdır. Binanın statik projesine veri sağlayan zemin ve temel etütleri de yapı denetim sistemi içine alınmalı, Yapı Denetim Kanunu ve ilgili mevzuat bu kapsamda revize edilmelidir.

5 - Kentsel planlama, yapı üretim ve denetim süreçlerini yönlendirmek ve denetlemek için başta belediyeler olmak üzere bütün yerel yönetimlerde jeolojik-jeoteknik etüt birimleri kurulmalıdır. 6 - Yapı ruhsatı vermeye yetkili belediyeler başta olmak üzere tüm yerel idarelerde, jeoloji mühendisi istihdamı zorunlu hale gelmeli, jeolojik-jeoteknik çalışmaların uygunluk denetimi jeoloji mühendisleri eliyle yapılmalıdır. 7 - Deprem nedeniyle meydana gelen yaralanmaların hemen hemen tamamının panik nedeniyle meydana gelmiş olması afet eğitimlerinin yetersizliğini bize bir kez daha göstermiştir. Afet eğitimleri mutlaka jeoloji mühendislerinin desteği ve katkısınıda alarak eğitimi alanlarda davranış değişikliği sağlayacak seviyeye getirilmesi gerekir.”

 

Dr. Tatar, “TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak, meslektaşlarımızın yanı sıra halk arasında da kabul ve destek gören öneri ve taleplerin gerçekleştirilmesinin yaşamsal önemde olduğunu vurguluyor ve bir kez daha ifade ediyoruz ki; Doğa olaylarının afete dönüşmesi "kader" değildir ve toplumsal acıların tekrar tekrar yaşanmaması bizlerin elindedir” diye konuştu.