VURAL KÖSE / GÜNAYDIN ADANA GAZETESİ

Yaşamı boyunca bilimsel gerçekliklerin peşinden koşan ve hiçbir platformda gerçekleri çekinmeden dile getiren idealist bir bilim insanı olan Jeofizik Mühendisleri Odası Adana Şube Başkanı Melih Baki, Türkiye’nin sayılı deprem bilimcilerinden biri. Her ne kadar Adanalılar kendisini sismolog olarak tanıyor olsa da Melih Baki, sahip olduğu şair ruhuyla yüreğinde insan ve vatan sevgisini derinden hisseden bir gönül adamı. Doğruları söylemekten çekinmediği için çoğu zaman sevilmese de bilim insanı kimliğiyle yaptığı çalışmalar konusunda hiç kimsenin itiraz dahi edemediği Melih Baki, araştırmacı yönünün etkisiyle hem ülkedeki hem de dünyadaki gelişmeleri yakından takip eden donanımlı bir yurttaş.

TÜRKİYE AFRİKALAŞTIRMA SÜRECİNE GİRİYOR

Türkiye’nin eski Türkiye olmadığının altını çizen Melih Baki, AKP iktidarı döneminde ülkede birçok şeyin değiştiğine dikkati çekti. AKP iktidarı döneminde çıkarılan ancak kamuoyunda çok da tartışılmayan toprak ve su yasalarının önümüzdeki yıl gerçekleştirilecek milletvekilliği seçimlerinin ardından fiilen uygulanmaya başlanacağını kaydeden Baki, iki yasanın da toplum yapısında ağır yaralar açacağını savundu. Toprak ve su yasasının Türkiye’yi bir Afrikalaştırma sürecine sokacağını ifade eden Baki, geçimini tarımdan sağlayan insanların topraksız kalacağını, şirketlere satılan yer altı ve yer üstü sularının da parasız kullanılamayacağını söyledi.

“TÜRKİYE CUMHURİYETİ” ORTADAN KALDIRILIYOR

Uygulanan program nedeniyle gelecekte “Türkiye Cumhuriyeti” devletinin fiilen olmayacağı öngörüsünde bulunan Baki, devlet kurumlarından T.C. ibaresinin kaldırılmasının bunun bir mesajı olduğunu vurguladı.  Musul ve Kerkük’ün sahip olduğu petrol yatakları nedeniyle dünyanın en stratejik kentleri arasında yer aldığını bildiren Baki, PKK’nın ABD’nin sözünden çıkmayan Barzani’ye biat ettirilmeye çalışıldığını savundu. Güneydoğu’da tam özerkliğin ilan edilmesinin ardından bölgenin birçok yerinden petrol çıkacağını ileri süren Baki, halkın da muhalefet partilerinin de Türkiye’nin nereye doğru gittiğini bilmediğini iddia etti.

GERÇEK TARİH ÖĞRETİLMELİ

 Tarih boyunca  ayakta kalan medeniyetlerin nasıl ayakta kaldığını, yıkılan, tarih sahnesinden silinen medeniyetlerin ise neden, nasıl yıkıldığının okullarda zorunlu ders olarak okutulması gerektiğini ifade eden Baki, “Okullarda gerçek tarih öğretilmeli. Medeniyetlerin zaman, çağ, teknoloji geliştikçe hangi değerlerinden vazgeçip hangilerine tutunup ayakta kaldıklarının bilinmesi gerekiyor. Ülkemizde de bu konuda bir kampanya başlatılmalı ve Milli Eğitim’i de Hükümeti de muhalefeti de bu konuda zorlamamız lazım. Bu bir ders kitabı olarak okullarda zorunlu okutulmalıdır. Tüm halk, yetişen gençlik, nesil bunun farkına varsın ki yıkılan medeniyetlerin izlediği politikalardan arınalım ve ayakta kalan medeniyetlerin politikalardan yararlanalım” dedi.

Jeofizik Mühendisleri Odası Adana Şube Başkanı Melih Baki ile ülke gündeminde pek yer bulmayan ancak ülkeyi ve halkı çok yakından ilgilendiren perde arkasında kalan konuları konuştuk:

Melih Bey, siyaseti, ülke ve dünya gündemini yakından takip ediyorsunuz. Türkiye’de ve Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler çerçevesinde Türkiye’nin nereye gittiğini yorumlar mısınız?

Türkiye artık eski Türkiye değil. Herkesin bunu artık çok iyi bilmesi gerekiyor. Özellikle son 12-15 yıllık sürece baktığımızda, AK Parti’nin iktidara gelişiyle birlikte Türkiye’de çok şeyin değiştiği bir programın uygulandığını görürsünüz. Bunun en önemli handikaplarından birisi toprak yasası diğeri de su yasası.

Toprak yasası derken, miras yoluyla bölünen arazilerin toplulaştırılmasını öngören yasadan mı söz ediyorsunuz?

Evet. Toplulaştırma adı altında çıkarılan ve Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren yasadan söz ediyorum. Sizin de dediğiniz gibi yasanın gerekçesi mirasla bölünen toprakların toplulaştırılmasıydı ama bu kanun bütünlüğü sağlayacağı yerde tam tersi olarak topraksızlaştırmayı ve Afrikalaştırmanın ilk sürecini andırıyor.

Neden?

Yasanın yürürlüğe girmesinin ardından toplulaştırma adı altında Türkiye’nin dört bir yanında ölçümlerin başladığını biliyoruz.  Yasaya göre Konya, Çukurova, Niğde ovası gibi benzer yerlerde en küçük tarım arazisinin büyüklüğü 200 dönüm olacak.  Kırsal kesimde yaşayan yurttaşlarımızın çoğunun bu yasadan haberi yok. Yapılan ölçümlerle hak sahipleri belirleniyor.

            Ne getiriyor bu yasa?

Ölçümlerde bir arazide kimlerin hak sahibi olduğu, tapulu olup olmadığı, mirasçılarının olup olmadığı gibi unsurlar belirleniyor. Bu arada hazineye, Milli Emlak’a ait arazilerle orman vasfını kaybetmiş araziler de belirleniyor. Yani bir arazi envanteri çıkarılıyor.  Az önce dediğim gibi Çukurova gibi geniş ovalarda tek parça arazinin büyüklüğü 200 dönüm olacak.  Dağlık kesimlerde bu büyüklük değişiyor. Örneğin Ulukışla civarında 85 dönüm. Bu toplulaştırma çalışmaları bittiğinde tek parça arazinin büyüklüğü ovalarda 200 dönüm olacak , yasaya göre o arazideki hak sahipleri tek başına payına düşen alanı ekip biçemeyecek. O arazide kaç tane hak sahibi varsa hepsi bir araya gelip bir şirket kurmak zorunda kalacak ve ortak olarak tek ürün ekip biçecekler. Herkes kendi payına düşen alanda istediğini ekip biçemeyecek.

            Bunu nasıl yorumlamak gerekiyor?

Bu ‘topraksızlaştırma’ anlamına geliyor. Yani o tek parça arazi içinde diğer ortaklarla anlaşamadıysanız ya diğerlerinin hakkını satın almak ya da kendi hakkınızı satmak zorunda kalacaksınız demektir. Fiyatta anlaşamazsanız da mahkemeye gideceksiniz. Bu topraksızlaştırmanın birinci aşaması.

            İkinci aşaması nedir?

O da su yasası. Türkiye’nin sulu dere yatakları ve nehirleri şu anda satıldı ve hisseleri dünya karbon piyasalarında işlem görüyor.

Bu durumun sakıncaları neler?

Önümüzdeki süreçlerde yurttaş tarlalarını nehirden ya da sulu dere yataklarından sulamak istediği zaman o dereyi /nehri satın alanlar izin verirse ya da bir ücret karşılığında o suyu kullanabilecek.  Toprağını sulayamayan köylüyse toprağını satmak zorunda kalacak. Toprağını satan köylü elindeki parayla ne kadar idare edebilecek? Kente göç etmek zorunda kalacak veya bulunduğu yerde günübirlik çalışacak.

Türkiye dışında bunun örneği var mı?

Afrika’da tamamen böyle. Bu uygulamalar birçok ülkede çok büyük olaylara neden oldu.

            Nükleer enerjiyi destekleyen bir bilim insanısınız. Peki hidroelektrik santrallerine bakış açınız nasıl?

HES’ler doğal dengeyi yıkan, tahrip eden santrallerdir. Çünkü dere yatakları doğanın boşaltım sistemleridir, hidrolik dengedir.  Bir yerden fazlalığı alırken ihtiyaç olan yerlere de dağıtır. Dünyanın yer altı ve yüzey suyu bakımından en zengin ve gelişmiş ülkelerine baktığımız zaman çok ilginç bir durumu görebilirsiniz.  Örneğin ABD’de HES sayısı parmakla sayılacak kadar azdır.  Çünkü doğanın dengesini en fazla bozan uygulamalardan biridir HES.

            Az önce akarsuların satıldığını söylediniz. Peki, yurttaş kuyu suyu kullanamaz mı?

Kuyu sularının kullanım koşulları da yine su yasasıyla birlikte belirlenmiş durumda. Eskiden yurttaş kendi imkânlarıyla tapulu arazisinde açtığı kuyulardaki suyu kullanmak için normal bir sayaç taktırıyordu.  Su yasasıyla bu kalktı. Artık kuyu suları için kontörlü sayaç takılması gerekiyor.

            Cep telefonlarında olduğu gibi mi?

Cep telefonlarındaki ön ödemeli hatlar gibi. Yani yurttaş yine kendi tapulu arazisine kendi imkânlarıyla kuyu açtırabilecek ama kontörlü sayaç taktıracak. Şu anda bunun altyapısı tamamlandı ancak kırsal kesimden gelen tepkiler üzerine uygulaması önümüzdeki yıl yapılacak olan genel seçimlerden sonraya bırakıldı. Yani uygulama biraz gevşetildi.  Uygulama yeniden başlayınca kuyu suyu kullanacak olan yurttaş gidip bu yıl şu kadar kontörlük su kullanacağım diye resmi bir beyanda bulunacak.

            Bunun ne sakıncası var?

Diyelim ki o yıl çok kurak geçti ve aldığınız su miktarı yetmedi. O yıl içinde ikinci bir kez su alamayacaksınız. Yani bahçenizi, tarlanızı sulamak için su alamayacaksınız. Tam tersi de olabilir. Yani o yıl yağışlı geçti ve kontör bedeli ödeyip satın aldığınız su miktarının tamamını kullanmadınız. O miktarı bir sonraki yıla devredemeyeceksiniz.  İleride DSİ’nin ve sulama Birliklerinin tüm yetkileri tamamen ortadan kalkacak.  Bu uygulamalar sonucunda topraksız kalan köylü ne yapacak?

            Sizce ne yapacak?

Afrika’da gördüğümüz görüntüler yaşanacak. Şehirlerin etrafında varoşlar oluşacak. Daha da önemlisi “halk olur ya uyanırsa” bu sefer de aile yasasını gündeme getirirler.

            Bunu da biraz açar mısınız?

İleride nüfus cüzdanlarını baba adı da yazılmayacak. Çünkü en kutsal çekirdek yapımız ailedir. Birinci aşaması uygulanmaya başlandı. Kadına şiddet sorunu gündemin birinci maddesine oturtularak  çıkan yasalar ve artık evli bir kadın eşini kendi yatağında dahi aldatsa boşanma nedeni değil.

            Afrika’da da bu süreç yaşandı mı?

Evet. Din dersine bu kadar ağırlık verilmesi ve bilimsel temellere dayanan eğitimden uzaklaşılması aynen Afrika’da da yaşandı. Afrika’daki aydınların eserlerine bakın. Ne diyor , “Toprak yasası geldiğinde önemsemedik çünkü herkesin sosyal güvencesi vardı. Su yasası geldiğinde de önemsemedik. Bir sıkıntımız yoktu. Ondan sonra aile yasası geldi yine bir sıkıntımız yoktu. Herkes yaşayıp geçiniyordu ama bir şeyi fark etmedik. Bunlar bittikten sonra topraklarımız, suyumuz,  özgürlüğümüz  ve çocuklarımızın geleceği de  gitmişti. Elimizde kala kala bir İncil bir kilise kaldı.” Şu anda da Türkiye de aynı noktaya doğru gidiyor.

Afrika denilince akla çöl geliyor. Afrika’da gerçekten de su yok mu?

Olmaz olur mu? Afrika bir yeryüzü cennetidir ama Afrika’da sondaj makinesi olan kaç ülke var ona bakmak lazım. Zaten su ve toprak yasası kabul etmeyen ülkeler, örneğin Libya, Tunus, Mısır gitti. Diğer ülkeler de sondaj makineleri, ekipmanları olmayan ülkeler. Afrika’da su olmadığına kim inanır?

Sözlerinizden çölde sondaj yapılsa su çıkacağı sonucuna varabilir miyiz?

Tabi ki. Çölü oluşturan kumun kalınlığı 37-40 metre civarında. Onun altında ne var? Afrika’nın çoğu bölgesi nehirleri, şelaleleri, deresiyle göze çarpıyor. Belgesellerden de bunu görebilirsiniz.  Afrika yeryüzü cennetidir. Bu kadar yaban hayvanının neslini devam ettirmesini neye bağlayabilirsiniz? 

Peki, bu söz ettiğiniz Afrikalaştırma süreci Türkiye’de bilinçli olarak mı uygulanıyor?

Bu, Türkiye’de uygulanan bir program. En başta dediğim gibi Türkiye eski Türkiye değil.  “T.C.” devlet kurumlarından tek tek kaldırılıyor. Bu gelecek için bir mesaj. “Türkiye Cumhuriyeti”  diye bir cumhuriyet fiilen olmayacak. Belki başka bir isim altında, örneğin “Türkiye İslam Cumhuriyeti” olabilir ama o zaman da modern bilimsel eğitimin olmayacağı kesin.  Türkiye Cumhuriyeti’nin kaldırılması sürecini yaşıyoruz diyebiliriz.  Durum bu.

Çok tartışılan Büyükşehir Yasasını da bu kapsamda mı değerlendirmek gerek?

Büyükşehir yasasının çıkış nedeni, Türkiye’nin gelecekte eyalet sistemine geçecek olmasıdır. Güneydoğu illerine özerklik altyapısı hazırlamak için çıkarılan bir yasa bu. Ancak toplumun tepkisini, dikkatini çekmemek için bunu zamana yaydılar. Az önce anlattığım gibi toprak ve su yasasına paralel bir kanun zinciri getirdiler. Yasanın bazı maddelerinin uygulanmaya başlamasının ardından köylerde kıyamet kopacak!

Köyleri nasıl etkileyecek?

5 yıl sonra köylülerin kentte yaşayanlardan bir farkı kalmayacak. Yani köyde kerpiçten evi olan bir kişi şehirdeki gibi vergi ödeyecek.  Köyler artık şehir statüsüne alındığı için kendi avlusunda, bahçesinde beslediği koyun, keçi, dana, inek gibi hayvanlarını köyünden 5 kilometre uzakta bir yerde beslemek zorunda kalacak. Kaç kişinin buna imkânı var?  Yani kırsal kesimi tamamen ortadan kaldırıyorlar. Şehirde yaşayan vatandaş ne yaşıyorsa aynısını yaşayacaklar.

Söz ettiğiniz programın güneydoğudaki petrol yataklarıyla bir ilgisi var mı?

Bu konuyu biraz daha geniş açıdan irdelemek lazım. Ortadoğu’nun sürekli karıştırılmasının bir tek nedeni var. O da enerji kaynakları yani petrol. Örneğin Musul ve Kerkük dünyanın en stratejik iki kenti arasında yer alıyor. Çünkü dünya petrol üretiminin yüzde 17-21’i bu bölgede gerçekleşiyor. Suriye’de bir tampon bölge, petrol bölgesi ve o bölgenin Barzani yönetimindeki Kuzey Irak’a (Kürdistan’a) bağlanması planlanıyor. Çünkü Barzani, ABD’nin en iyi anlaştığı, ABD’nin sözünü dinlediği lider konumunda. Eskiden Talabani’nin güçleri vardı ama  Talabani’yi yetkisiz bir şekilde Cumhurbaşkanı yaptılar. Güçleri ise Barzani’ye bağlandı. PKK da  Suriye sınırında özerklik ilan etmeye kalktı. Özerklik ilanının Türkiye’ye sirayet etmesi planlanıyordu fakat bu durum ABD’nin işine gelmedi.  Bunu sonucunda da ABD ve Onunla hareket eden ülkelerin yarattığı bir güç ortaya çıktı.

            Nedir o güç?

IŞİD. IŞİD’in bir tek görevi var. O da PKK’nın dizayn edilerek Barzani yönetimine biat etmesi. Musul’da ve Kerkük’te petrolü işleten şirketlerin hangileri olduğuna bakın. Bunlar ABD’nin uluslar arası enerji ve petrol şirketleri. Peki, petrolü ihraç eden kim? Barzani kanalıyla Ürdün, Türkiye.  ABD’nin izni olmadan yapamaz. Özetle oradaki bütün operasyon Barzani üzerine kurulu. Zaten görüyorsunuz herkes Barzani’yle iş ve anlaşma yapıyor.  Şu anda PKK, Talabani’nin geçirdiği sürece benzer bir süreç geçiriyor. Kobani olaylarıyla bu bağlamda bir ateş yaktılar ama PKK buna uyandı.

            Kobani protestolarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’deki Kobani protesto olayları Türkiye’ye bir gözdağıydı.

Nedir bu gözdağı?

Türkiye’de isyan edebilecek kentlerin yeri belliydi. “Savaş çıkaracak bu kadar gücümüz var” denilerek Türkiye’ye gözdağı verildi.

BDP’li belediye başkanları bir süre önce güneydoğuda çıkarılan petrolden pay istedi. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Bu talep zaten bu hareketin başlamasının başlangıç noktasıydı. Aynı tarihte PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD de böyle bir talepte bulunmuştu. Alın size yanıt deyip IŞİD yanıtını verdiler.

Böyle bir pay verilmesi durumunda Türkiye’nin başka yerlerinde de petrol çıkar mı?

Asıl düşünülmesi gereken konu da bu. Şu anda güneydoğuda terk edilen bölgeler ya da özerk olarak düşünülen sınırları doğru izlemek ve yorumlamak lazım. Yarın bir gün tam özerklik ilan edildiği zaman petrol sondajlarının gücünü göreceksiniz.

O kadar çok mu?

Açılacak sondajlarla nasıl petrol çıkacağını herkes görecek.

Türkiye kendi topraklarında petrol çıkarma becerisine sahip değil mi?

Türkiye hem petrol hem de maden aramalarında uluslararası bilimsel teknolojileri uygulamıyor. Yani detaylı bir şekilde araştırma yapmıyor. Araştırıyor gözüküyoruz ama tekniğine, projesine uygun bir bütünsellik taşıyan çalışma zincirimiz; havza bazında araştırma yok.  Soruyorum son 23 yıldır Türkiye Cumhuriyeti’nde kaç tane maden sahası bulundu?  Kaç kuyuda sondajla petrol çıkarabildik? Dünyadaki petrol arama ve jeofizik teknolojisi yani derin sismik dediğimiz uygulamaları Türkiye tam uygulamıyor.

Neden uygulamıyor?

Ben de aynı soruyu soruyorum. Neden uygulanmıyor. Örneğin ‘Maden Tetkik Arama’daki  Jeofizik Dairesi’ne yatırım yapılmıyor. Buna karşılık bugüne kadar alternatifi yaratılan ve başarısız olabilecek mesleklere çok önem verilirken Türkiye’de bir tane olan Jeofizik Dairesi’ne yatırım yapılmıyor, gereken önem verilmiyor. 

            Devlet kuruluşlarının yapısında mı bir sorun var?

Türkiye Petrolleri 4-5 parçaya ayrıldı. Petrolün pazarlanması, araması ayrı. TPAO’nun arama gücünü zayıflattılar. Bu çok ilginç bir durum. Türkiye’nin hem maden hem de Petrol aramalarında kilitlenmesi gereken iki nokta var. Petrol arama teknolojisini, sistemlerini, cihazlarını mümkün olduğu kadar önemsenmeli ve uzman kişilerin göreve getirilmesi lazım. MTA’daki tek Jeofizik Dairesi’nin de güçlendirilmesi lazım. Yeni çıkan son teknoloji ürünü olan jeofizik aletleri/cihazları alması lazım.

            Adı var kendi yok mu bu dairenin?

Jeofizik dairesine son 20 yılda kaç cihaz veya kaç personel alındığını sorgulamak lazım. Jeofizik Dairesi’nin en az personel alınan yerlerden birisi olduğunu görmek mümkün.

Jeofizik neden bu kadar önemli?

Yerin altını jeofizik dışında hangi yöntemle görebilirsiniz? Dünya hangi yöntemle görüyor? Jeofizik çözümsüzlüğe alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Eskiden 100 yere sondaj vurulduğunda 1-2 yerde petrol çıkardı. Bugün ise jeofizik araştırması tekniğine uygun yapılırsa sondaj yapılan 100 yerden 90-95’inde petrol bulunabiliyor. Aynı durum su ve maden aramalarında da geçerli.  Bu alanlara yönelik bilimsel araştırmalara ve uzman insanların istihdamına önem verilmesi gerekiyor. Daha da önemlisi Türkiye’de bir bürokrasi devrimine de ihtiyaç var. Başarısız yöneticiyi niye tutuyorsunuz?

            Başarısız yönetici sorunu mu var?

Ne yazık ki ülkemizde böyle bir sorun var. İktidar partilerinde de muhalefet partilerinde de böyle bir miyopluk var. Bir bürokrat atayabilirsiniz ama başarılı olamazsa, kurumunu ileriye taşıyamazsa kişinin o görevde kalmaması gerekir. Önemli olan kişinin aldığı kurumu ileri götürmesidir. Ülke ekonomisine, ülkenin gelişmesine katkı sağlayacak uzmanların önünü açmaktır. Bir medeniyet idare ediyorsunuz. Türkiye’de neden bunlar olmuyor. Bunu da sorgulamak lazım.

Peki, ne yapmak lazım?

Bugün çoğu kişi, buna muhalefet partileri de dahil Türkiye’nin nereye gittiğinin farkında değil. Tarih boyunca ayakta kalan medeniyetler neden, nasıl ayakta kaldılar sorusunun yanıtını aramamız lazım.  Tarih Boyunca Ayakta Kalan Medeniyetler kitabının ders olarak okutulması lazım.

            Sizden öğrenelim bu sorunun yanıtını?

Tarih boyunca ayakta kalan medeniyetler öz kaynakları için bir yönetim mekanizması geliştirdiler.Bürokrasi devrimini gerçekleştirdiler. Teknoloji geliştirdiler ve bilimin ışığında yürüdüler. Halk çocuklarının zeki, birikimli olanlarının önünü açtılar.

            Türkiye’de önleri kapalı mı?

Ülkemizde maalesef bütün siyasi partiler zeki, birikimli, uzman gençlerin, halk çocuklarının, mühendislerin, bilim insanlarının önünü kapatmış durumda.  Önemli olan bir diğer unsur da halkın uyanması. Halkın sorgulaması, “Nereye gidiyoruz. Bizden önce bu yasaları hangi ülkeler çıkardı, hangi uygulamalarla karşı karşıya kaldılar” gibi soruları sormaları lazım. Çok daha çarpıcı bir şey söyleyeyim. Su yasasının çıktığı birçok ülkede yağmur suyunu biriktiren insanlar bile ceza aldılar.

Neden?

Su havzalarını satın alanlar “Bizim suyumuzu kesiyorsunuz” dediler. Çoğu ülkelerde kıyamet koptu, isyanlar bile çıktı. Halkın uyanması gerekiyor. Gidecek başka bir ülkemiz de ülkemizin coğrafyasını değiştirme şansımız da yok. Onun için kendi ülkemize sahip çıkacağız. Üreteceğiz. Üretmek de yetmez bütün refahı sağlamak için elimizden gelen doğru olan neyse onu yapmamız, yani bilgi toplumuna ulaşmamız lazım.

 “Tarih boyunca ayakta kalan ve yıkılan medeniyetler” konusunu biraz açabilir misiniz?

Bu çok önemli bir konu. Tarihin süzgecine bir bakın medeniyetler ne yaptılar da ayakta kaldılar? Yıkılan medeniyetler de ne yaptılar da tarih sahnesinden silindiler?  Özellikle dünyayı idare eden, ayakta kalan medeniyetler de bu konu zorunlu ders kitabı olarak okutulur. Ülkemizde de bu konuda bir kampanya başlatılmalı ve Milli Eğitim’i de Hükümeti de muhalefeti de bu konuda zorlamamız lazım. Tüm halk, yetişen gençlik, nesil bunun farkına varsın ki yıkılan medeniyetlerin izlediği politikalardan arınalım ve ayakta kalan medeniyetlerin politikalardan yararlanalım. Bu nedenle okullarda gerçek tarihin okutulması lazım. Medeniyetlerin zaman, çağ, teknoloji geliştikçe hangi hangi değerlerinden  vazgeçip hangilerine tutunup ayakta kaldıklarının bilinmesi gerekiyor.  

            Örneklendirebilir misiniz?

Özkaynaklarına dayalı, iklimlerin, doğa koşullarının sürekli değişken olduğunu kabul ederek hazırlıklarını yaptılar. Örneğin, İngiltere, Fransa gibi gelişmiş ülkeler yer altı su havzalarını bulup koruma altına alıyorlar. Kuraklık olduğu zaman bu havzalar sigorta görevi görecek. Türkiye’de yeraltı su havzaları, dere yatakları pervasız bir şekilde yok ediliyor. Siyasi açıdan, bilgi açısından da birikimsiz yöneticilerin söz sahibi olduğu bir ülkeyiz. Seçim yasası,partiler yasası, bilim, eğitim yasaları zaman yitirmeden değiştirilmelidir. Bilgi toplumlarının izlediği yolları izlemeliyiz.

            Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim.