"Acıları en çok çekenler, umut üretenler"

Çoğalıyordu, çığlıksız derinden iniltilerle birlikte acılar. Dört bir yanı sarmış, çıkış yollarını kapatmıştı. Ne açık bir yara gibiydi, nede gözle görülebilirdi. Gözlerin gördüklerine ise yüreklerin dayanma gücü yok denebilirdi. Bu acı; sinsice gelip bedenlerimizin üstünden nefesimize göz dikmişti.  El uzatanlar çekiniyor, el uzatılanlar tutamıyordu. Koşuşturmalı ve ben merkezli bir yaşamın; yan yana gelmeye, birlikte yürümeye dair şüpheleri vardı.  Şüphelerin, korkuların girdabında dönen insanlık,  şaşkınlığını gizleyemiyordu. Tuhaflaşmıştı… Alışkın olmadığı anların ve durumların karşısında bir tepki belirlemekte aciz kalıyor, susuyordu. Panik havasında solunan nefesler göğüsleri daraltıyor, umutları tek tek azaltarak tüketiyordu. 
Oysaki insanlık umutsuz yaşayamazdı, umutsuz kalamazdı ve kalmamalıydı. O tükettikçe birileri yeniden emek veriyor, alın teri göz nuruyla umutlandırıyordu. Doğru olan buydu. Tüketenlerden değil, umut üretenler den yana durarak hayata anlam katmak gerekiyordu. Yaşamın her alanında, dünyanın dört bir yanında umut üretenler aralıksız çabalıyor, çalışıyordu. Tükendikçe; maviden tozpembeye, beyazdan yeşilin bin bir tonuna umutları gökyüzüne serpiyorlardı. Nefeslerde umut, gözlerde umut, yaşamda umut vardı… Gökyüzü umut kokuyordu. Gözlerin umutla bakması nede hoştu… 
Üstelik insanlığın, ekseninde 360 derece dönüp aynı noktaya gelerek yitirdiği değerlerden bugünlere pek bir şey kalmamış olsa da, bir kısmı yinede arta kalan ufak tefek kırıntılardan yararlanıyor, yüreklerinin sol tarafından hayatı anlamaya çalışanların eskimemiş söylemlerinde kendine yer bulmaya çalışıyordu. Zorlu günlerin aşılması, acıların dindirilmesi paylaşmakla mümkündü. Acılar paylaşılarak azalır, mutluluklar ise paylaşılarak çoğalırdı. 72 millete yeterdi bu dünya, gözler dar olmasaydı. Paylaşmak lazımdı… 
Yerinde saymadan, oturup beklemeden omuz vermek, destek olmak gerekti. Yürümek lazımdı. Durmak zamanı çoktan geçilmiş, uykular ardı ardına bölünmüştü. Uyumak zamanı değildi. Gözleri açıp gün ya da gece demeden umutları yeşertip, filizlendirmek gerekti. Gözlerde yaşlardan çok, umut biriktirmek zamanı çoktan gelip te geçmişti. Gün bu gündü. Asla yarın değil…
Korkularını geride bırakanların, geceleri yarıp günleri yaratanların acılarına şahit olmak gerekti. Kimlerin ellerinden tuttuklarını, kimleri tutup kaldırdıklarını ve kimlerin gözlerine bakıp şarkılar söylediklerini anlamak, başlı başına bir sofranın yüceliğinde bir noktaydı. Onların acıları kendilerine ait değildi. Başkalarının acıları tüm hücrelerinde yer etmişti. Acı bitene kadar dinmeyen bir etkiyle hissederlerdi. Acılar bitene kadar umut üretenler onlardı. Umut üretenler, acıları en derinden yaşayanlardı. 
Olmayanı yapmak gayreti değildi bu. Bir tohumu sulayıp kabuğunu çatlatma, uykusundan uyandırma heyecanıyla yaşamdan taraf olmaktı. Onlardan olmak, onlara yaklaşmak gerekti. Yüreklerde yok olmuş, tükenmeye yüz tutmuş duyguların canlandırılarak, umut üretenlerin arasına girme çabasıydı… Tüm duyguları hissettiren kısa bir şiir kıvamıydı.
Umut yaşamdı
Yaşam umuttaydı…