Yorgun ve simgeler yüklü zamanların, yıkanıp gözyaşlarından eskimeyen şarkıların içinden dinginlikle geçip gitmek mümkün olsaydı. Uzaklara… geri dönülmeyecek, dirhem özlenmeyecek uzaklara… Keşkeler üzerine kurulu düzeni bozmak, anlama gayretiyle hayatı, bütünü oluşturmaya çalışarak eksikleri tamamlamak güzel olmaz mıydı! Olurdu elbet…

Bir an gelir, boşluğun içine düşercesine yalnızlık ve çaresizlik hissi yüklenir. Bazen idrak etmeye fırsat vermeyen telaşının gölgesinde farkında değildir. Başka sebep gözleme gayreti, aslında durumu örtme niyetidir.  Bunu kendi de gayet iyi bilir. Fakat yüzleşmek istemez, anlayarak çözüm üretmek… Üstüne çiseleyen yağmurda toprağın altında zehirli bir mantar gibidir. Bilir ki eşeleyip bir el dokunuşunda görecektir. Ama istemez; bu kıvrak zihinlerimizin ardı arkası kesilmeyen ürettiği oyunları, adım atarak, emek verip alın teri dökerek üstesinden gelmek! İstediği akışına bırakmaktır… Akıl tutulmasında kaderden yana tavır almaktır… Bu bedenler zora meyilli değildir. Her daim kolay olan tercih sebebidir.

Bir anda neye uğradığını anlamadan sertçe gerçeklerin yüzüne çakılınca hayatlar, o zaman anlar. Yüz yüze kalmak deyimi burada karşılık bulur. İstemese de artık yüz yüze kalır. İnsan orada, tam da o anda tam olmadığını anlar. Hiç bir şeyinin tamamlanmayıp yarım kaldığını. Ne sözlerinin, ne bu sözlerin gerçekleşmesine yol çizen eylemlerinin… Hiçbir şeyinin tam olmadığını anlar. Vakit herkes için çok geçtir. Geri dönülecek zaman değildir. Yedisine de, yetmişine de artık geçtir.

Binlerce söylediği kelimelerden oluşan sohbetlerinin kahkahalarında, gözyaşlarında yer edinmiş duyguların üstüne söyleyecekleri vardır. Daha da konuşarak anlatmaya çalışacağı dert edindikleri… Sözlerinin üstüne söz vardır, bakışlarının üstüne yükleyeceği nice anlamlar. Sevdiklerine sunacağı nice mutluluklar… İçinden geçirip yapamadığı, sadece düşüncede kalan onlarca, yüzlerce güzelliğin düşsel hatıralarında yapayalnız pişmanlıklar. Hepsi yarındır! Hepsi yarım…

Ömrümüz boyunca eksiklerimiz, tamamlayamadıklarımız elbette olacaktır. Dört dörtlük yaşam yoktur. Bazıları dört dörtlük yaşamı sadece sahip olduğu imkanlardan ibaret sanarlar. Onlar yarım dahi kalamamıştır. Onların yaşamı her noktadan eksik, yamalı bohçadır. Burada konu yaşamın bütünü üzerine her sözde, her davranışta eksik kaldıklarımızdır. Bunlardan kaçarak değil, üstüne giderek farklı tam olmayanlardan el alarak, yan yana gelerek bütünün tadına varılabilir. Arkadaşlıkta, sevgilide, ailede hem de dostlukta…

Muhakkak kelimelerin en güzellerini söyleyerek, en derin duygularla yaşatmıştır mutlulukları. Fakat yeterli değildir. Az gelir, zamanın acımasız hızında eriyerek tükenen, geri dönülmeyen anlarının tek seferlik şanstan beklentileri. Az’ları çoğaltmak, artanları dört bir yana yaymak gerekir. Yarımları birleştirerek, tüme varma yolunda ilerlemek hücrelerimize yerleşmelidir. Son nefeste, son bakışın yürek yakan aczinde pişmanlığa esir olmadan, gönül rahatlığıyla taşınmak ötekileştirilmiş yaşama, biraz da eksiklerimizi tamamlamaktan geçmektedir.

Yoksa hepsi yarındır! hepsi yarım…