Farklı sosyal yapıların ve etnisitelerin; bir arada kendilerine uygun oluşturdukları ve bazı kurallar çerçevesinde hareket edip yaşadıkları, doğal olmayan ortamların ziyadesiyle üstün olduğu yerleşkelerdir kentler. Kentin bütünleyici unsuru ve vazgeçilmeleri arasında, gerek ulaşım, gerekse iletişim ve sosyalleşme açısından en önemli noktalarından biri sokakları ve meydanlarıdır. Sokakları olmayan kentler olabilir miydi? Şöyle bir düşününce bile insanın içi sıkılıyor. Evinin ve otobüs beklediği durağın önündeki, üzerinden yürüyüp dolaştığı, iş yerine ve okuluna gittiği yerlerdeki sokakların olmama ihtimalini düşününce, kent için ne denli önemli olduğunu kavramak mümkün hale geliyor.

Sokaklar kent bütününde büyük bir yere ve öneme sahipken, bir sokağın en önemli bütünleyici unsuru da kaldırımlarıdır. Şehrin binlerce sokağı kaldırımsız olsa da, bu durum geçmişe çıkarılacak bir sonuç olmaktan uzaktır. Güvensiz yaşamlarımızda çocuklar sokaksız, sokaklar kaldırımsız haliyle, haleti ruhiyemizde derin yaralar açmaktadır. Açılan yaralar sıradanlaşıp, kabul görme yanımıza isyan etmeyle yüz yüze kalsa da, sık sık deşilen yollarla da yaralar derinleşiyordu. Yaraları açanlar yüz buldukça yüzsüzleşiyor, yüzsüzlükler diz boyunu aşıyordu. Kentini; kendine zindan gibi görenler, çığlıklar atıp sesini yükseltmeye çalışsa da, yüzsüzler oralı olmuyordu. Dört bir koldan baskılanan yaşamlarıyla kesilmeye başlayan nefesleri, kentin çaresizliklerin ve acıların merkezi haline dönüştüğünü gösteriyordu. Bunca insafsızlıkların orta yerinde suskunluklar, pekte anlaşılmayan fikirsel yandaşlıkların sonucu olarak, kendini çoğaltmaya devam ediyordu. Paylaşmayan, sosyalleşmeyen, sokakta koşturup oyun oynayıp gülüp eğlenmeyen, düşüp kalkıp orasını burasını incitmeyen çocuklar ve fanuslar içine hapsedilen ebeveyn yaşamları, sorgulamadan ve bir araya gelmekten uzak kalmaya itiraz etmeden hemen itaat ediyordu. Tepede bir demir sopa olmasa bile, olabilme ihtimali yürütmeye yetiyordu sessizliği… Birçok sokağı kaldırımsız, kaldırımı olanlarında birçoğunun işgalsiz olmadığı şehrin yaşam hakkı, halka değil ranta sunuluyordu…

Şehrin cazibe merkezleri haline dönüştürülen ve birçok binasının eski olduğu caddelerinde yürümek, zor bir işi yerine getirmekle eş değer bir durum. Yola balkon çıkanından, masaları kaldırımın neredeyse bütününü işgal eden işyerlerine dur demek yerine, görmezden gelmek halkı mutsuz etse de, şüphesiz ki birilerini mutlu ediyor. Sermaye sahiplerinin girişimde bulunmasına elbette kimse karşı değil. Üretimde zerre payları olmayıp, sadece tüketime yönelik bir düşünceyle hareket etseler de, kimsenin bu iş yerlerinin açılmasına karşı bir sözü yok. Lakin kaldırım işgalinde ilimiz çığır açmış bir haldedir. Adam işyeri açmış ve zemin kotundan yüksek olan mekanına alan genişletmek için, kaldırımı işgal ederek balkon yapmış. Bir işyeri de, zemin kotundan düşük olan giriş kısmını, kaldırımı kapatacak şekilde işgal etmiş. Birçok işyerinde masaların neredeyse araç yoluna taştığı, işyeri yapılarının kaldırımları fütursuzca gasp ettiği durumlar, halkın hakkını gasp etmektir. Halkın ortak kullanım alanları; birileri parasına para katsın, birileri zevki sefa sürsün diye işgal edilemez. Normalde, 4-5 kişinin yan yana rahatça yürüyebileceği kaldırımların birçok kesiminde, işgaller nedeniyle 2 kişi dahi beraber yürüyememektedir.

Engeli olmayan bireylerin dahi yürümekte zorlandığı halkın ortak kullanım alanlarının, teknik ve işgal açısından engeli olan bireylere uygun olmadığı bilinmelidir. Lafa gelince ve saf temiz duyguları kendi yönüne çekme aşamalarında bol keseden atılan, “engelli dostu” olma büyük bir aldatmacadan ibarettir. Kente yapılan çalışmalar yaşamı zora sokacak şekilde değil, kolaylaştırıcı olmalıdır. Şehrin tüm imkanları, tüm kesimlere eşit olarak sunulmalıdır. Ortak kullanım alanı olan kaldırımlardan da, engeli olmayan ve engeli olan bireyler dezavantajları gözetilerek, eşit imkanlar çerçevesinde faydalanabilmelidir…