Amacımız sağlıklı halimizi sürdürmek iken bünyemize aldığımız gıdalardaki herhangi bir bozulma nedeniyle tam tersi bir sonuçla karşılaşmak herhalde isteyeceğimiz son şey olur.

Son söyleyeceğimizi başlarken söyleyelim, menşei ne olursa olsun, öyküsü nereye dayanırsa dayansın gıdada arayacağımız; soframıza gelene kadar, güvenilir ve doğru bir üretim, işleme, taşıma ve muhafaza şart ve yöntemleri sürecinden geçmiş olmasıdır.

Günümüzde bilgiye ulaşmadaki görece kolaylığın da etkisiyle, birçok meseleyi olduğu gibi gıda konusunu da karmaşık hale getirmeyi başarmış bulunmaktayız. Zira bilgiye ulaşmak ne kadar kolaylaşmış görünüyorsa da bunca karmaşadan doğru bilgiyi ayıklamak aynı oranda çok çaba ve dikkat gerektirecek hale gelmiştir.

Son zamanlarda medyanın gıda ve sağlıklı yaşam konularına ayırdığı zaman ve gösterdiği önem dikkat çekicidir.

Diğer ülkelerdeki durumun ne olduğunu öğrenmek araştırma gerektirir ancak ülkemizdeki medyanın gerek haber ve gerekse bilgi aktarımında referans aldığı öncelikleri iyi kötü bilebiliyoruz. Bu öngörümüz ise bizleri gıda ile ilgili önümüze konulan “bilgi!”nin de güvenilirliğini sorgulamamızın yersiz olmayacağı sonucuna ulaştırmaktadır.

Geçmişe özlem gibi romantik yaklaşımların gıda için de gündeme geldiğini ve sağlıklı gıdaya erişim beklentilerinin neredeyse buna bağlandığını görüyoruz. Aramızda, sağlıklı beslenmeyi neredeyse çocukluğumuzun gıda hazırlama metotlarına bağlayanlar var! Tabi ki bunu reddetmek gibi bir ön kabul içerisinde değiliz. Ancak işlenmiş gıdayı peşinen reddederken geleneksel yöntemlerde de ciddi üretim hataları olduğunu/olabileceğini bilmemiz gerekir.

Söylemek istediğimiz o ki; mutlak yaklaşım her iki tercih için de yanıltıcı olma riski taşır! Köy yapımı, ev yapımı, doğal veya organik sıfatları ile önümüze konulan ürünlerin de gerek işlem hataları ve gerekse hijyen eksikliğinden kaynaklanabilecek riskleri barındırdığı ve dolayısıyla işlenmiş gıdalara mesafeli durmaya neden olan olumsuz varsayımların bu şekilde adlandırılan ürünler için de ihtimal dahilinde olabileceğini unutmamalıyız.

Diğer yandan bildiğimiz endüstriyel, ambalajlı, markalı gıda ürünlerinin, etiketlerinin sökülerek –bazen kapağına ekose masa örtüsü bağlamak suretiyle- “doğal”! ürün görünümünde daha yüksek fiyata satıldıklarına dahi tanık olabilmekteyiz.

Bununla beraber elbette ki yerel üreticinin korunması, aile çiftçiliği ve küçük aile işletmeciliğinin desteklenmesi bu endişelerin dışındadır. Ancak yukarıda bahsettiğimiz nedenlerle ilgili kurumlarca bu alanlara sunulacak desteğin ekonomik katkı ve pazar olanağı sağlamanın yanı sıra üretim teknolojisi ve gıda güvenliği ile ilgili eğitim süreçlerini de kapsaması oldukça önemlidir.

Gelenekten gelen deneyimin, bilimin prensipleri ile harmanlanması sonucunda daha sağlıklı ürün eldesi ile birlikte kıt kaynakların daha verimli kullanımı da sağlanabilecektir.

Organik ürün mevzusunda ise başta sertifikasyon süreçleri olmak üzere gerek gıda güvenliği ve gerekse sosyal adalet boyutu ile ilgili söyleyeceklerimizi izninizle bir sonraki yazıya bırakalım…                        

Şehmus ALPARSLAN