Bilimsel verilerin ortaya çıkma sebebini, araştırmaların kaynağını ve insan merakının sınırsız sorularını oluşturan eşsiz bir yapıt olan evrenin parçası yeryüzünün, canlı yaşamına sağladığı olanakların sürdürülebilirliği, yaşamın da sürdürülebilirliği anlamına gelmektedir. Yaşamın sürdürülebilirliği, gelecek nesillerin var olma süreçlerinin ortaya konulması demektir. Tüketim çılgınlığının önlenmesi ve bu konuda bilincin artması, kaynakların, ortak değerlerimiz ‘havanın, suyun, toprağın, yeşil alanların’ korunması ile kirliliklerin azaltılması ve  sürdürülebilir bir yaşam sağlanabilir. Bu birazda ben düşüncesinden sıyrılıp insanlığın, biz olgusuna kavuşmasıyla mümkün olacaktır. Ben düşüncesinde insan gözü kendinden başka hiçbirşeyi görmeyen çılgın bir tüketime, biz düşüncesinde insan ise herşeyin farkında paylaşımcı bir ruha sahiptir.

Yaşamın sürdürülebilirliği konusunu biraz gölgede bırakan sürdürülebilirlik kavramı, kalkınmayı öncelik gözetmesi nedeniyle tüketimi arttıran, özendiren, destekleyen bir durum sergilemektedir. Gereğinden fazla tüketim; hem daha fazla atık oluşumu, hem de daha fazla enerji tüketimi demektir. Kaynakların adil olmayan şekilde kullanımı, çevrenin, doğanın, yeşil alanların tahribi ve yerkürenin daha fazla ısınması demektir. Oysaki iklim ve çevre dostu kentler lazım bize...

Ekolojik temele dayanan projeler, iklim ve çevre dostu kent örnekleri, tüm yerel yöneticilerimize bir referans olmalıdır. İklimin küresel ölçekte yaşattığı olumsuzluklar, yalnızca sıcaklığın artışıyla sınırlandırılamaz.  Son yıllarda tüm dünya ülkelerinin farklı atmosferik olaylara maruz kaldığını görmekteyiz. Okyanus ve deniz seviyesinin yükselmesi ve bazı bölgelerdeki yerleşim alanlarının sular altında kalması, ülkemizde de yaşanan yumruk büyüklüğünde dolu yağışları, kuraklıklar, fırtınalar, kasırgalar, ani seller ve afet niteliğinde olaylar…

Hiçbir jeolojik evrede görülmediği kadar büyük bir hızla, insan faktörünün iklimi değiştirdiği görülmektedir. İklimin mevsime bağlı olmaksızın zamansız değişimlerinde yaşanan, atmosferik olayların sebebinde ki yegane faktör maalesef insandır.  Yani küresel iklim değişikliğinin temel sebebi, insan faaliyetleri sonucunda meydana gelen sera gazı emisyonlarıdır. Yerküre ısınmakta ve iklim hızla değişmektedir.

Ülkemizde de, birçok kentimizde hava kirliliği yaşanmasına neden olan kömür başta olmak üzere fosil yakıtların kullanılması, atmosferdeki karbondioksit miktarını arttırmaktadır. Fosil yakıt kullanımıyla oluşan karbondioksitte, iklim değişikliğine neden olan ve en bilinen sera gazı emisyonlarındandır.

(Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) IPCC’ye göre 2004 yılındaki insan kaynaklı sera gazı emisyonlarının %56’sı fosil yakıt kullanımında ortaya çıkan karbondioksite aittir. Yine bir çok dünya ülkesinde giderek azalan, tahrip edilen ormanlık alanların yok olmasının payı ise %17’dir. Bu oran azımsanmayacak bir boyuttadır.

Elbette gerekli tedbirler ve önlemler bir an önce alınmalıdır. Ve bu süreçte özellikle gelişmiş ülkeler taşın altına elini koymalı, yaşattıkları olumsuzluğun bedelini az gelişmiş ülkelere yüklememelidir. Dünya ülkeleri ve yerelde de tüm kentler iklim değişikliği eylem planlarını yapmalı, iklim değişikliğine uyum açısından belirledikleri eylemlerin gerçekleşmesini izlemelidirler.

Aslında en başta değişmesi gereken ülkelerin siyasal sistemlerinin dayattığı vahşi tüketim düzeni ve bu düşünce iklimidir... Bu durum da, fosil yakıt kaynaklı enerji eldesi yerine yenilenebilir enerjiye yönenilmesi, yeşil alan tahribatlarının önlenmesi, atıkların yönetimi, arazilerin doğru kullanımı, iklim dostu kentler oluşturulması yönünde bir düşünsel iklim değişikliğiyle ancak mümkün olabilir. Ve iklim değişikliğinin zararlı etkileri azaltılabilir.