Kapatılan kapılar ardında, bir buhranı yaşamanın yorgunluğu yüreğimin üzerine kapatırcasına çökmüştü. Kendiyle hiç bu kadar yalnız kalmamış bedenimin nefes alması dahi zor görünüyor, hareketleri ve yapacakları konusunda çelişkiler yaşıyordu. Üstelik kapı dışına bir adım dahi çıkmama izin verilmiyor; özgürlüğümün sağlığı balkondan, pencereden dışarı bakmamla sınırlı kalıyordu. Pencereme zaman zaman kuşlar konuyordu. Bu kuşların ötüşlerini dinleyerek huzur buluyor, gözlerim gün ağarmadan kalkıp isimlerini dahi bilmediğim kuş yolu gözlüyordu.  Kafeste kalma hissini tam anlayamasam da bir nebze hissediyordum. Zaman sanki tersine dönüyordu.  Şimdi onlar özgürdü, bense değil… Yaşamın sadece insan odaklı olduğu fikrinin bir kez daha çürüdüğünü görüyor, bu uğurda yıllarca çaba sarf eden biri olarak buna da seviniyordum. 
Sınırlanan yaşam alanımın daralttığı nefesimin, şuursuzca bir harekette tamamen kesilmeyle karşı karşıya kalabileceği dillendiriliyordu. Tedbir alarak günleri geçirmenin gayreti, yarınları görebilmenin bir nevi garantisi gibi duruyordu. 
Hiç alışkın olmadığım zamanların anları tedirginliğime de sebepti. Tam anlamıyla korkuyorum denemezdi belki ama hiç korkmuyordum demekte doğru değildi. Akşamdan akşama sayıların gölgesine sinen bedenim, istatistiksel değerlerin alışkın olmadığı yorumlamaların dilden dile dolaşmasını çaresizce dinlemek zorunda kalıyordu. Herkesin aniden bilgi ve birikim sahibi olduğu konuyu irdelemeyip itinayla hareket etmek bilinçlilere düşüyor, umursamazlara ise bana bir şey olmaz cümlesi kamuflaj oluyordu. Sorumluluk gözetmek bireysellikten, toplumsallığa doğru gidiyordu. Sevdiklerimin sesinin güzelliği ve toplumcu yanımla bilincim üzerime düşeni yapıyordu.
Günler haftaları, haftalar ayları kovalıyor, ruh hallerim sıkıştırılan bedenimde şekilden şekilde giriyordu. Yeni şekilleriyle bazen beni şaşkınlığa dahi sürüklüyordu. Ayağa kalksam üç beş adım atıyor, otursam kalkamıyordum bu sınırlı alanda. Yani bu ben ne yapmalıydı çokta bilemiyordu. Çoğu zaman rastgele davranıyordu. Her noktasını iyiden iyiye ezberlediği bu yapının, bana uymayan taraflarını da bu süreçte fark etmiş oluyordu. Misal alırken çok hoşuma giden koltukların renkleriyle uzun süre zaman geçirmenin ruhumu beslemediği anlaşılıyordu. Tüketimimin fazlalığı; okuduğum kitapların, dinlediğim müziklerin vermek istediği mesajlarla uyumsuz duruyordu. Bunlar uğruna mücadele ettiğim değerlerimi beslemiyor bilakis yozlaştırıyordu. Paylaşmak fikrimin, büyüklüğüne olan inancımın artarak devam etmesi gerekiyordu. 
Zaman su gibi akmasa da bir şekilde geçiyordu.  İletişim teknolojik aletlerle kolaylaşıyor, sohbetler, görüşmeler görüntülü şekliyle yapılıyordu. Gün içerisinde onlarca telefon görüşmesi, sıkılmanın boyutu konusunda bir ipucu veriyordu. Hayatımızda özel anlamları olan günlerde bazen telefondan, bazen balkondan kutlanıyordu. Bayramlarımız; sürecin tedbirlerinin gölgesinde kucaklaşmadan, el öpmeden, sımsıkı sarılmadan yapılıyordu. Belki bu durum hepimize zor geliyordu lakin daha sonraki bayramlarda yan yana gelmenin isteğini besliyordu. Bu bayramda sevdiklerimize sarılmamak, onları çok ama çok sevdiğimizi ifade ediyordu. 
En olunmaz şeylerin dahi özlendiği günleri yaşatan bu durum, yaşamın her anının ve yan yana gelmenin kıymetini, sevdiklerimizin önemini bir kez daha bizlere hatırlatmış oldu. Kırmadan, dökmeden aşkla geçirilecek, sımsıkı sarılacağımız nice bayramlarımız olsun. Süreç başka, bayramlarımız sevgiye, aşka yol alsın…