Gününü düşünce yumağı haline getirerek, sonunda ışık görünmeyen çıkmazlara doğru sürükledi. Bu durumdan keyif almıyordu fakat zihni dingin olmayı tercihten uzak kalmaya çalışıyordu. Yorgunluk, bedeninde ve zihninde sabitlenmiş bir alanda kaplıyordu. Tersine vereceği tepkiyi kestiremiyordu. Bir süre içeride oturdu düşündü, kalktı bahçede biraz dolandı. Oturdu kalktı… Kendini hoyratça hırpaladıkça hırpaladı. Hareketleri,  kendi kontrolü dışında karman çorman haline gelen düşüncelerinin güdümünde kalmıştı. Sigara sarıp yaktı. Derin derin içine çekti durdu. Zaman kavramının ortadan kalktığı boyuttaydı. Elini yüzünü yıkadı ve az da olsa toparlandı. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. 
Epeyce öyle gökyüzünü izledikten sonra içeri geçti. Sedire uzandı, yorgun bedeni 2 saat uykuya daldı. Kalktığında hava kararmıştı ve sabah atıştırdığı iki lokma dışında bir şey yemediğini hatırladı. Bir şeyler atıştırıp, zihnine karşı çatışıp sakin kalmaya çalıştı. Biraz oyalanıp tekrar sedire uzanıp, uykuya daldı. 
Her zamanki gibi sabah erkenden kalktı. Hazırlanıp işe gitmek için yola çıktı. Yürürken de yapacaklarını tekrar tekrar sıraladı. Yaptığının normal olmadığı konusunda ismini seslice söyleyip, yeter artık diyerek kendini baskılamaya çalıştı. Kontrolünden çıkmaya başlayan bu durumlar git gide çoğalmıştı. Okuduğu kitaplardan biliyordu, bu durum mental ve ruhsal olarak çok sağlıklı olmadığını gösteriyordu. Bilmesine biliyordu fakat muhtemeldir ki yaşanmışlıkların zihninde oluşturduğu bu hengame, sakin kalmasına engel oluyordu. Eskiden sadece yoğun olmadığında gerçekleşen bu anlar artık an gözetmeden iş yaparken dahi gerçekleşiyordu. Bu anlardan hem rahatsızlık duyuyor, belli etmese bile hem de epeyce korkuyordu. Gidişatı gidişat değildi. 
Yürüdüğü bir saatin ardından iş yerine ulaşmıştı. Bir bardak çay doldurup kendine hızlıca yudumlayıp işe koyuldu. Sebze ve meyvelerin kasalarını taşırken kafasında birbirini yineleyen sabitlenmiş düşünceleri, beden yorgunluğunu hissetmesine izin vermiyordu. Kan ter içinde kalmıştı, nefes nefeseydi ama soluklanmadan aynı hızla çalışmaya devam ediyordu. Bir ara sadece, süzülüp gözlerinin içine giren terini silmek için mendilini çıkarıp yüzünü sildi. Yaklaşık 3 saat geçmişti ve durmak bilmiyordu. Kendinden geçmiş gibiydi. Bir arkadaşı yaklaşıp kolundan tuttu… Haydar gel çay içelim sonra devam ederiz dedi. İşyerindekiler de bir sorunu olduğunu, sağlıklı hareket etmediğini anlamışlardı. 
Patron geldi mi dedi! Evet… cevabını alınca çayı içmeden koşar adımlarla yazıhaneye gitti. Patronlarının, hak ettikleri konusunda eli sıkıydı ama diğer konularda anlayışlıydı. Tok sesli, mizacı sertti. Pos bıyıklı sürekli fötr şapka takardı. Haydar kapıyı çalıp içeri girdi. Patronu; gel Haydar buyur otur dedi. Haydar masanın önündeki koltuğa oturup memlekete gitmek istediğini, annesini yıllardır görmediğini söyledi. Bir an bu cümlelerle annesine olan özlemini alalalede dile getirmesine kızdı.  Kaç gün izin istiyorsun diye sordu patronu! Üç gün yeter Ali Bey dedi… Beş gün git rahat rahat görüş, hasret gider annenle olmaz mı Haydar..! Sonra elini cebine götürüp maaşına yakın parayı Haydar'a uzattı..! Gerek yok Ali Bey dese de, patronu yerinden kalkıp parayı Haydar'ın cebine bıraktı. Teşekkür ederken gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Patronu sırtını sıvazlayıp benden çok selam söyle diyerek uğurladı. Duygulanmıştı… Arkadaşlarının yanına gidip bir bardak çay içti ve yemek arasına kadar tekrar işe koyuldu. 
Yemek saati gelip çatınca yemek yemeden otogara doğru yola çıktı. Yürüme mesafesinde yarım saatlik yolu vardı… Yolda bir mağazanın camekanında ayakkabılar, elbiseler gördü. Annesine çok yakışırdı! Her tarafı ter içindeydi ve içeri girmekten imtina edip bakmakla yetindi. Yürüdükçe terledi, nefes nefese terledikçe zihni daha da bulanıklaştı. Otogara ulaşıp Erzincan için birgün sonrasına bilet aldı. Bu biletle özlemine yolu açılmıştı lakin bu zihinle hayatında engellerini çoğaltmıştı. Zordaydı…