Seyahatinin üzerinden epeyce zaman geçmiş, yol neredeyse bitmek üzereydi. Otobüs camına yasladığı başı yorgunluğunun ve bedenine sürekli hükmeden zihninin bitmek tükenmek bilmeyen oyunlarıyla koltuğa tekrardan düşmüştü. Gerçekle hayal arasında bir noktayı yaşamıştı. Yolculuğunun ve yorgunluğunun en mutlu eden tarafı, tam da bu bulunduğu noktaydı. Ne uyuyordu, nede ayıktı. Ne gözleri açık, nede kapalıydı. Annesi Haydar’ım diye seslenmiş, sol elini iki elinin arasına alıp okşamıştı. Üstelik bunu birkaç kez tekrarlamış, gözlerini hafif araladığında annesini başucunda görmüştü. Annesi yanındaydı, nasıl mutlu olmazdı!
Birden bire içlenip sessiz iniltiler eşliğinde ağlamaya başladı. Başucunda ki annesinin üzgün ve ağladığını anımsadı. Sanrıları en ufak boşlukta tekrar devreye girip uykunun hafiflemeye başladığı zamanları dahi ele geçirmeye çalışıyordu. Garip anlaşılmaz sesler eşliğinde annesinin bu durumuna ağlıyor, gözünden yaşlar akıyordu. Bir an önce bitmesini istediği bu anların uzaması canını hepten sıkmıştı. Muavin neden gelip uyandırmıyordu diye düşündü! Tüm çığlıklarının içinde hapsolduğunun farkında değildi. Anlatamıyordu, sesini duyuramıyordu. 
Tüm bu mücadelelerinin sonucunda her şeye rağmen epeyce bir uyumuştu. Zihnine karşı savaşın bir zaferi istemsiz gerçekleşen bu uykularıydı. Hatırasında bir yer işgal etmediğini düşündüğü bu 3 saatlik an; dinginlik, huzur, unutmak demekti. Uyanınca tekrardan yüzleşeceği yaşamının tüm gerçekleri onun için olumsuzluk demekti. Yaşamı hiçbir yönüyle doğru yönetilmemiş geliyordu kendisine. Yön veremediği sağa sola savrulan bir rüzgar gibiydi.
Düzeltmek adına gelecekte önünde var olacak fırsatların, geçmişin hatalarından alt üst olmuş bir eseri eski haline çeviremeyeceği korkusu tüm hücrelerinde hissediliyordu. Bu hisler kendi kendine konuşmalarında sürekli sözcüklere dökülüyor, zihnin baskılamaya çalıştığı olumsuzlukların etkisi daha da artıyordu. Bedeni büyük bir cendere içinde; nefessiz kaldığı, kendini ifade etmek isteyip edemediği, içinde binlerce sözcük ve cümleyle haykıracakken sesini duyuramadığı, tüm düşlerinin ve hayallerinin kaynağı ötekilere, ezilenlere yardım etmek isterken el uzatmak isteyip tutamadığı bir ömrü yaşatıyordu. Bu bedeni hiç sevmemişti, sevmeyi de düşünmüyordu. Üstelik girdiği hiçbir kavgadan zaferle çıkamamıştı. Fikir yönüyle vermeye çalıştığı mücadele de, yaşanmışlıkların yıprattığı zihninde oluşan sanrıların engeliyle karşılaşıyordu. Kendinde olamıyor, hiç karşı koyamıyor ve bedeni sanrılarının bir esiri gibi yaşıyordu. Nasıl sevebilirdi?
Yarımdı! Öyle hissediyordu. Hiç tam olamamıştı. Ne adam akıllı bir düşsel dünya özlemine katkı verebiliyor, ne de artık istediği gibi düşler kurabiliyordu. Uzun zamandan beri yaşamıyla, yaşadıklarıyla sıradanlığın gerisinde kaldığını hissediyordu. Sıradan bile değildi. Oysaki sahip olduğu öğretiler, düşünceler her yönden yaşamı güzelleştirmek, eşit pay etmekten yanaydı. Eskilerde sokakta, meydanlarda, okulda, sırada her nerde olursa orada dilinden düşürmediği cümleler yarınlar, gelecek güzel günler adınaydı. 
İçinden gelen iniltiler zihnin baskıları eşliğinde devam ediyordu. gözlerini eliyle ovalayıp uyanma gayretine destek vermeye çalıştı. Aklında hala annesinin o durumu vardı. Gözleri tekrar doldu. Tüm yaşadıklarına dayanabilirdi, hayal meyal olsa da annesinin üzülmesine dayanamazdı…