Belki uzak beklediğimiz o güneşli güzel günler. Ama umudumuz dinç her vakit gerçekleşmesi adına. Ya keşkelere boğulup sürdürülerek devam edecek yaşam bizim olacak ya da üzerimize düşeni, elimizden geleni yaptığımız bir yaşam.  Eşit, adil bir düzen istemek, gelecek nesillere yaşanabilir bir çevre bırakmak, bırakında kolay olmasın çivisi çıkmış dünyada.  Belki göremeyiz ömrümüz yetmez, belki de kısa çöplerin hepsi uzun çöplerden hakkını almak istemez. Ama inancımız, insanlık adına yüreğimizde büyüttüğümüz en temiz duygularımız ne olursa olsun, “helal olsun”. Sömüren ve ezen kesim sesini yalanla süsleyip yükselttikçe, ezilen eyvallah demeye devam ederse, beklide göremeyeceğiz beklentisine girdiğimiz o günleri.  Her şeye rağmen; solmaya yüz tutmuş yüzlerimiz gülmeyi, güllerimiz sulanıp tekrardan açmayı umutla bekleme hakkına sahip. İyiler bir araya gelip birleşmezse, yalanlar birbirlerini kolayca büyütürler. 

Kötülerin ve yalancıların çoğaldığı bir düzende, doğruları söylemek ürkütücü hale gelir. Doğruları söyleyecekler söylemekten, doğrular ise gün yüzüne çıkmaktan korkar. Öyle ki bu durum bazen bir travma haline gelir. Söylenen yalanlara karşı; aslında öyle değil, bu işin gerçeği bu diyememek ve kelimeleri içinde hapsedip biriktirmek, hatta ve hatta bazen yalan söyleyenlerin korkusundan yalanın akışına kapılıp, o güzergahta akmak kişiyi saçma sapan bir duruma sokar. Oturmamış üstünkörü düşünceler, yüreğinde gerçeklik adına duygular olanları dahi, zaman zaman alıp bir yerden bir yere savurup durur. Tıpkı rüzgarda savrulan dalından kopmuş bir yaprak gibi. Dalından kopan bir yaprak başka bir dalda ya da başka bir yerde tutunamayacağı gibi, yere düşüp zaman geçtikçe de çürümeye mahkumdur. Oysaki açtığı dalda tutunmayı bilen yaprak insanlığa hizmet etmeye devam edecektir.

Yalancıların çıkardığı yalan rüzgarlarıyla savrulup, “alçak basınç” etkisiyle korkularla yaşamaktansa, korkusuzca dalında gerçeğe sarılmak her açından bize öğretilen değil miydi? Evde anne baba, okulda öğretmenlerimiz yalanın kötü olduğundan bahsetmedi mi? Arkadaş, dost, eş seçerken herkes dürüstlüğü, yalan söylememeyi ön koşul olarak belirlemedi mi? Kaldı ki inançlarımız gereği yalan söylemenin kötü olduğuyla ilgili ne kadarda çok öğreti mevcuttur say say bitmez. Bunlara rağmen ülkemizde şuan sadece yalan söylemesi tek kriter olarak aranan gazeteciler, televizyoncular, siyasiler var. Sırf yalan ve iftira atan sözde gazetecilerden oluşan gazeteler ve televizyonlar var. Çamur atarak, ağza alınmayacak sözleri kullanarak bir gazeteci gibi değil de, emir eri gibi çalışmaktadırlar. Gezi sürecini herkes hatırlıyordur ve bunların o süreçte yazdıklarını da. Kabataş yalanı ile toplumu ikiye bölme çabalarını herkes hatırlıyordur. Görmedikleri halde olayı görmüş gibi allandırıp pullandırdıklarını, görüntüler çıkınca bile yalanı savunmaya devam ettiklerini, ergenekon ve balyoz süreçlerinde hangi yalanları yazdıklarını unutmamışsınızdır. Ve daha nice toplumu ayrıştırmaya yönelik vicdan yoksunu söylemler. Bir insan yalan söyleyip söylememek konusunda özgür bırakılmış iradeye sahiptir. Hatta onların söylemiyle kendilerinin günah işleme özgürlüğü dahi vardır. Fakat bunu söyleyenler kendini ülkenin inançlı kesiminden, diğer kalan kesimi ise inançsız gösteriyorsa problem vardır. Yalan söylemekle inançların yan yana duramayacağını biliyor olduklarını düşünüyorum. Bilerek yapıyorlarsa o konuda da yalan var demektir. Harbi; sizi nasıl bir anne baba büyüttü? Sizi hangi öğretmenler eğitip yetiştirdi? Siz nasıl bu hale geldiniz? Siz neye inanıyorsunuz? Bu gibi insanlara şunu demek geliyor içimden; alayınız çamur, hayatınız yalan.

Ne olursa olsun, doğrunun sesi yalandan daha gür çıkmalıdır. Korkulara kapılarak değil, yalandan arınmış yaşanacak güzel günleri ellerimizle yaratmak için doğruları korkusuzca haykırmaya devam. Susma; gerçekleri haykır.

Not: Bayramınız bayram olsun…