Anlıyordum fakat anlaşamadığım belliydi. Bakışları keskin, kin ve nefret dolu yüzü bitkindi. Birazı yorgunluktan belki ama her zaman asık suratı, etrafa mutsuzluk verirdi. Üzerine gitmemeliydim. Lakin eleştiriye açık olmadığı kadar, şiddete meyilliydi. Kimisi masa başında, kimisi caddede yolda, kimisi bağıra çağıra bir pazarda, kimisi sıcacık sandığı duygularıyla buz kesmiş yuvasında, kendi kontrolü dışında oraya buraya koşturmaktan, olup bitenden duydukları kadar haberdardı. Aslında şükretmek en çok dilinde olan ve azıcık aşım kaygısız başım dese de, bazı zamanlar kaygılandıkları oluyordu. Zihnini her yorduğunda, kaygılanmaya sebep, doğru bildiği yanlışlarını keşfediyordu. Üstüne gitmese de,  karanlıklarının arasında zaman zaman ufak ışık hüzmeleri beliriyordu.
Doğruları belirginleşmeye ve yanlışlarını örtmeye başladıkça gerginliği artıyordu. Olur, olmaz şeylere sinirlenerek sesini yükseltip, doğruların haklılığıyla örtüşen şekilde tamire muhtaç ağzı, daha da bozuluyordu. Bugüne kadar sevgi veremediği etrafını incitmeye devam edip, gülmeyen suratını daha çok asıyordu. Hak arayan bir işçiden, olan biteni sorgulayıp sesini yükselten bir öğrenciden, yan yana gelmiş üç beş kişiden kısacası okuyandan, yazandan, çizenden hep nefret ediyordu. Anlayıp kendini var edemediği yaşamda, kötü sözler kullanıp korku salmakla, bunu başardığını düşünüyordu. Aslında, bilincin ilk üç harfinden uzak kalmış ömrü, bilinçsizliği tepeden tırnağa özümsemiş ve benimsemişti.
Düşünmeye ihtiyaç hissetmeyen, tembelliğe alışkın zihni, kıyısından köşesinden yani azıcıkta olsa çalışmaya her başladığında, bu gibi durumlar birbirini tekerrür ediyor, öfke nöbetlerinin sıklığı artıyordu. Her benzer anı yaşadığında, var oluşuna bile karşı öfke duyuyordu. Umutların, güneşli günlerin ve gülüşlerin,  sürekli yıkıma uğrattığı kötülüklerin beslendiği duyguları, neyse ki yarınlarda karanlıkları değil, aydınlığı büyütenlerde kendini çoğaltamıyordu. Sayıları az mıydı derseniz, değildi. Oldukça kalabalıklardı. Kişilik olarak benzerleriyle birbirlerini sürekli destekleyip, gün yüzü görmemiş görüşlerinin, yalan ve yanlış olduğunu bile bile savunuyordu.
Aslında doğruyu savunma ya da ortaya çıkarma gibi bir dertleri de yoktu. Doğru birse bunlar iki, beyazsa bunlar siyahtı. Özensiz, suratsız ve sömürücüydüler. Duygusuz olmalarına rağmen duyguları, değersiz olmalarına rağmen değerleri kullanmayı iyi becerirlerdi. Bu konuda kimse ellerine su dökemez; pişkinliklerini, yoğurdun süzmesi haline gelmiş balçık kıvamında, doyasıya yaşarlardı. Kendilerine ters gelen ne varsa, ağza alınmayacak hakaretleri tükürükle süsledikleri cümleleriyle, ekranlarına sıçratırlardı. Gerçekte yüz yüze gelse karşısında tek kelime edemeyecekleri onca insana, yoksunluğun en beteri olan bilgisizliğin tek çıkar yolu, çirkinliklerle söz söylerlerdi. Hoşnutsuzlukları olsa da arada bir, susmalarına sebep bir şeyleri elde ederler ve tekrar suskun bir lamaya dönerlerdi. 
Tüm bunlara ve etrafımızda bunlardan çokça olmasına rağmen; güzelliklerinin ateşi, saçma sapan insanlarca söndürülmeye çalışılan yaşamın, en önde güçlü savunucuları olmaya devam etmeliyiz. Çirkinliğe ve kötü düşünceye karşı umutlarımızla cevap vererek, yüreklerimizde var olan sevgileri büyütüp, yenilerini eklemeliyiz. Her yeni güne gözlerini açmaktan zevk alacak gelecek nesillere; hüznü, korkuyu ve nefreti değil kurda, kuşa, böceğe, yeşile ve insana saygıyla, aşkla yaşaması gerektiğini söylemeliyiz. Yarınlarımızda umutlar bize yoldaş, sevgiler arkadaş olsun…