İlk kez 1992 yılında Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansının (UNCED) toplantısında, giderek artan temiz su ihtiyacına dikkat çekmek amacıyla bir sonraki yılın ‘Dünya Su Günü` ilan edilmesi önerisinde bulunulmuştur. BM Genel Kurulu tarafından 22 Mart 1993 yılında ilan edilen Dünya Su Günü, dünya çapında ortak değerimiz suyun her geçen gün artan önemini vurgulamak amacıyla hatırlanmaktadır.

2000 yılında Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen Binyıl Kalkınma Hedefleri arasında yer alan "başta Afrika ve Asya kıtalarında yaşayanlar olmak üzere 2015 yılı itibarı ile güvenli içme suyuna erişim imkânı bulunmayan insan sayısını yarıya indirmek" hedefi bir temenni olmaktan öteye geçememiştir.

Birleşmiş Milletler tarafından yeniden oluşturulan 17. sürdürülebilir kalkınma hedefinde "temiz su ve sıhhi koşullar" ile "su kıtlığına" dikkat çekilmektedir. İklim değişikliği ile su kıtlığının daha da artacağına değinilmekte, 2050 yılına kadar 4 insandan 1`inin su sıkıntısı çekeceği tahmin edilmektedir. Su verimliliğinin artırılması için arıtma tesislerinin desteklenmesi, su kıtlığının önlenmesi için suya bağlı ekosistemlerin korunması, güvenli içme suyuna erişmek için ise mevcut altyapıların geliştirilmesi gerektiği belirtilmektedir. Bu kapsamda teknik bilgisi olan çevre mühendislerinin belediyelerde ve tesislerde istihdamının arttırılması, arıtma tesislerinin verimli çalışması için olmazsa olmazdır.

Ülkemizin de içerisinde yer aldığı Akdeniz Havzası, küresel iklim değişikliğine karşı en hassas bölgelerden birisidir. 2 santigrat derecelik sıcaklık artışı, bölge ülkelerinde; şiddetli hava olayları, sıcak hava dalgaları, orman yangınları ve kuraklıkta artış ve bunlara bağlı olarak biyolojik çeşitlilik ve tarımsal verim kaybı, turizm gelirlerinde azalma şeklinde etkilerini hissettirecektir. IPCC raporları; Akdeniz Havzası ve Türkiye`nin yakın gelecekte daha sıcak, daha kurak ve yağışlar açısından daha belirsiz bir iklim yapısına sahip olacağını ortaya koymaktadır. İklim değişikliği ile birlikte ortaya çıkan seller, kuraklık, su kirliliği gibi çevresel sorunlar hem insanları hem de doğayı etkilemektedir.

BM Genel Kurulu 2019 yılı teması Kimseyi Geride Bırakmamak” olarak belirlenmiştir. Bu temayla dünyadaki kullanılabilir güvenli su kaynaklarının ve diğer kaynakların ayrım gözetilmeksizin, koşulsuz olarak tüm insanlara ulaştırılmasına dikkat çekilmiştir. Ayrıca su hakkının diğer insan haklarından ayrı tutulamayacağı belirtilmiştir. Dünyada yer alan insanların “sosyo-ekonomik durumları, cinsiyetleri, yaşları, etnik, dini veya dilsel kimlikleri, politik görüşleri, engellilik durumları, vatandaş, göçmen ya da sığınmacı olmaları gibi konularda” herhangi bir ayrım gözetilmeksizin insan haklarından ve tüm canlıların kaynaklara erişiminin kolaylaştırılıp bunlardan eşit olarak yararlanmalarının sağlanması hedeflenmiştir. Kaynakların sürdürülebilirliğinin, yaşamın sürdürülebilirliğiyle eş değer oluğu unutulmamalıdır.

İnsanların hem yaşamlarını devam ettirmesini sağlayan, hem de yaşam kalitesini belirleyen su kaynakları; hızlı nüfus artışı, çarpık kentleşme, sanayileşme, iklim baskısı, gıda gereksiminin artması, yoğunlaşan ve bilinçsiz tarım faaliyetleri ile bir taraftan kirlenmekte, diğer bir taraftan su kıtlığı ve su talebini arttırmaktadır. Yirminci yüzyılda dünya nüfusunun üç kat artmasına karşılık su kaynaklarının kullanımı altı kat artmıştır.

Doğal kaynaklarımızdan olan su, sürekli bir döngü içerisinde ve yaşamın vazgeçilmezlerindendir. Bütün canlıların yaşamı için temel madde olma özelliği taşırken, su; insan ve doğa ilişkisinin de en önemli belirleyenlerinden birisidir. En küçük canlı organizmadan en büyük canlı varlığa kadar, bütün biyolojik yaşamı ve bütün insan faaliyetlerini ayakta tutan sudur.