Üstüme bir şeyler almalıyım. Aksi halde bu zifiri gecede, bu yükü taşınamayacak kadar ağır ve soğuk havada üşütebilirim. Bir çiçeğin yapamadığını, oturduğum yerden esen rüzgar yapabiliyor ve içimi titretiyordu. Acıların boy verdiği zamanların yüz gülümsetenleri onlardı. Çiçeklerin kokusu vardı, bin bir türlü rengi. Onlar esip gürleyen rüzgarlarda dalından kopmamalı, üşümemeliydi. Çiçek desenli örtüsü olan oturduğumuz masanın üstünde, masanın tamda orta yerinde saksısında mor bir menekşe tüm ihtişamıyla ortama güzellik katıyordu. Verdiği mutluluğun farkındalığıyla sessizdi, sakindi. Bu güzelliğe rağmen, bu soğuk havada üşüyordum.
Ovuşturduğum ellerim sadece birbirlerini anlık ve yüzeysel olarak kendine getiriyor, vücudumun üşüyen diğer yerlerine dokunmuyorlardı. Kontrolünün kendimde olduğunun düşüncesini çürüten uzuvlarım, sanki bedenimin bir parçası değilmişçesine hareket ediyordu. Ellerimin davranışıyla garip kaldığımın farkına vardım. Garipsenme hissinin burukluğuyla kırılıyordu umutlarımın kolları ve kanatları. Dayanma gücümün türü bakışlarıyla bir mum gibi eridiklerime benzemiyor, sevda ikliminin sıcaklığından fiziksel bir duruma evriliyordu. Masada dostlar, onların derin sohbeti ve ince bellide içtiğimiz kaçak çayımıza rağmen üşüyordum.
En iç yakan halleriyle özlediklerimi aklıma getirerek; sevdalardan, aşktan konuşarak biraz ısınacağımı düşünüyordum. Aşk farklılıklar bütününde, az sayıda aynılıkları ortaya çıkarıp onun etrafında pervane gibi dönmek değil miydi? Pervane olduklarım aklıma gelince biraz hüzünle karışık pişmanlık duydum. Vazgeçmek istemediklerimden neden geçtiğimi düşününce buğulanan gözlerimden yaşlar döküldü. Oysaki hepsi bahar aylarında dalında bir çiçekti. Hepsi güzeldi ve özeldi. Seslerini duymak, el sürmeden hemen yanı başlarında olmadan kokularını hissetmek bile içimi ısıtmaya yeterdi. Aşklarım; uzaksanmış yüreklerin yakınsanmış haliydi.
Konu aşk olunca duygularla biraz olsun sarıp sarmalandım, ısındım. Kendimce soğuk havanın gücüne karşı aşkla, bahar kokulu çiçeklerle durdum. Üşüsem de masadan kalkmadım, ısınmaya çalıştım. Anlattıklarımla bir çiçek edasında dost yüzlerinde gülümseyiş, yüreklerinde ısınacakları sıcaklık yarattım. İyi ki anlattım, iyi ki duygulu yüreklerle bir yaşamda buluşup kaynaştım.
Aksi halde kısa sürede olsa masadan kalkıp bu muhabbetin deminde, tamda özlediklerimin kelimelerinden oluşan cümlelerin arasından sıyrılıp gitmeliydim. Sırf üşüyen bedenimin üstünü örterek ısıtacağı bir eşyaya yönelim tercih edilemezdi. Bu yürek bu tarz sınavları çoktan geçmiş, sahip olduğu gücün ve etkisinin bilincindeydi.
Çay içmek, aslan sütü muhabbetlerinin arasında iyi gidiyordu ve samimiyetin dozunda artış gösteriyordu. En azından ben böyle hissediyordum. Bardaklar dolup boşaldıkça ve zaman gece yarısını aştıkça, her şey daha netleşip anlaşılıyordu. Tıpkı üşüyen ellerimin davranışları gibi… Üşüyen ellerimin sadece kendilerini ısıtmaya çalışma niyetleri, aşkla ısınmaya duydukları ihtiyacın özlemindendi. Bu özlem dinmedikçe, bu eller aşkın elleriyle ısınmadıkça, bu hal böyle devam edip gidecekti…