İnsan, iç dünyası ile anlaşılması zor, derin bir mana gibi iken; dış dünyası ile de keşfedilmesi zor, bir gece gibi kapkaranlıktır. İnsan öyle bir şeydir ki, varlık içinde her şeyi unutup yokluğu yaşar. Lakin içine düşmüş olduğu bu ahvalin farkına varmaz, varmak da istemez. Çünkü içinde bulunduğu koşullar onu öyle bir cezp etmiştir ki, bu uykudan uyanıp da görmüş olduğu bu rüyanın hiç mi hiç bitmesini istemez. Varlık içindeki yokluk âleminin şehveti damarlarında kan olup akmıştır adeta. Ki bu denli çoğalmıştır, kalpleri yok sayıp taş duvarlara hükmeden suni aşklar…

 

Varlık âleminde yokluk yaşanılmaya devam edildiği sürece hiç kimse, gece misali gizlenip de cennetten çaldığı bir çiçeği cehenneme dikemez. Yağmur misali rahmet olup yağsa dahi, cehennemden aldığı kor ile cenneti yakamaz. Zıtlıkların savaşımı zuhur ettiği vakit, belirmeye başlar yan(ı)lışlar ve dünya sürgünü olarak yaşanılan bu âlemde gözler uyuyor olsa da, kalplerin hep uyanık olması ile ortaya çıkar tüm doğrular.

 

Nasıl ki, varlık âlemi içinde yokluğu barındırır; yokluk âlemi de içinde varlığı barındırır. Binaenaleyh, yoksulluğun en büyük zenginliği, insanın içindeki her türlü şikâyeti bastıran şükür gibi bir nimetin varlığı iken; zenginliğin en büyük fakirliği de, insana şükür gibi bir nimeti unutturup her durumdan şikâyetçi olmanın varlığıdır. Böylece bilinmelidir ki, tenlere işleyip kalplere musallat olan her bir azap içinde beliren her türlü sıkıntı ve zorluk, maddiyatın değil, maneviyatın azameti doğrultusunda helak edilir.

 

İnsanoğlunun bu dünyadaki en büyük macerası, alıp verdiği her nefesin hakkını vererek yaşamaktır. Ki bu da, sevmelerin en mukaddes haliyle mümkün olur. İnsanoğlu köhne olan bu dünyaya yenilenmiş bir sima ile yeniden gelmiş olsa dahi (değişen sadece yüzü ise) değişen bir şey olmaz. Çünkü onu hayata bağlayan tek şey olan kalbi, hep aynı ritimde atmaya devam eder. Ve bu zaman diliminde, hasret ile vuslat yine yarışmaya devam eder ve kazanan her daim hasret olmakla birlikte, varlık içindeki yokluk varlığını devam ettirir. 

 

Yokluk, varlık âlemine çıkış noktasında önemli bir basamaktır. Gör(e)meden sevip de en büyük aşkı yaşamaktır. Yanmaktır. Yanıp da kül olmaktır. Dumanlı bir dağ misali karşında belirdiği vakit, rüzgâr olup esmektir. Esip de, bu dağ başında zuhur eden dumanları dağıtmaktır. Hakkı hak edene teslim etmek maksadıyla(?) hakkı hak edenden (ç)almaya yeltenenler gibi davranmayıp kazanan tarafta olmaktır hep. Tüm zorluklar karşısında sabrı kendine kalkan yapıp teslim olmamaktır. Direnmektir nihayetinde.  

 

Arşın doruklarından yeryüzünün en diplerine değin her bir noktada saklı bir biçimde bekler mana derinliği. Uykuda olan gözler uyandıkça görüş mesafesi daralır ve görüş alanı genişler durur. Bu durumda mana derinliğine an be an yaklaşılıp her mana derinliğinde yeni bir hayat keşfedilir adeta. Yavaş, yavaş çözülmeye başlar tüm sırların gizemi ve batıl olanın yok olmasıyla uzaklar yakın olur.

 

Yokluk kapısında varlığı aramak için çıkılan bu yolda tecelli eden yalnızlık, sadece bir göz yanılmasından başka bir şey olmayıp gerçek manada gönüllerin zirvesine taht kuran hakikatin ta kendisidir. Bu yüzden, yokluk içindeki varlık âleminin şehveti damarlarda kan olup akmalıdır ki, aklın sınırlarının dahi almayacağı ölçüde çoğalmaya başlasın, taş duvarları yok sayıp kalplere hükmeden gerçek aşklar…