İçinde birçok acıyı ve gözyaşını barındıran, uzadıkça uzayan, bitmek bilmeyen yılların birikmişliğinden kurtulmayı gitmekle çözebileceğini sanıyordu. Oysaki sanrıları bir harman yerinde savrulan saman hafifliğini, tonlarca ağırlığın içinde yüreğine gömüyordu. Gidince sanki her şey bitecek ve sıfırlanan bir yaşamın içine düşecekti. Düşleri hayatta düştüklerini bile örtmeye yetmezdi. Bunu başka zamanların aidiyetine layık gördüğü kırılganlığına nasıl anlatabilirdi. Hayali, dileği bu yönde cümleler üzerine işliyordu. Gitmeleri bir kaçış, dönüşleri ayrılıktı…
Kaçışında; bedeninin her bir noktasında acı yaşatan bakışlar, sözler ve alaycı gülüşmeler varken, dönüşünde sağlam temellere dayalı eleştirel, özgür bir yaşamın uzaklığı kendini matematiksel olarak hissettiriyordu. Ya kaçışlarına sarılıp üşümeyecek, ya da dönüşlerinde samimiyetsizliğin girdabında üzülecekti. 
Tüm ömrü boyunca verdiği mücadele aslında üzülmesine neden olmuştu. Gitmesinin yaratacağı mutluluk bile dönüşünün gölgesinde kalıyor, gölgelere baş edemeyen gözleri kendi kendine kapanıyordu. Üzülmesini bile düşünerek, kendine tekrardan üzülüyordu. Çıkmazlar içinde kalmasıyla sabitlenmiş, kendini oldukça üzen değiştirilemeyen fikirlerin önyargılarını hayatında nereye koyacağını bilemiyordu. Dört yanını bir örümcek ağı gibi sarmış, vicdandan uzak, kaygan zeminde nereye istenirse oraya gidip gelen fikirler, içi boşaltılmış kof denebilecek durumda görünüyordu. Bu yaşamsal karmaşa bir parçası görünse de, insan temelli düşleriyle kendisine verilmesi gereken değerin, hak etmeyenlerin ellerinde olduğunu seziyordu. Hak dendimi türlü anlamlar bütününün bu kelimede yer aldığını biliyordu. 
Sezgileri epeyce gelişmiş, altıncı denen hisle suratları ifadelerinden rahatlıkla okuyordu. Bu duruma bazen üzülüyor, bazen insanların gizlediği samimiyetsiz yanlarının ortaya çıkıyor olması adına seviniyordu. Kelimelerde gizlenenler duygular, ifadelerde kendini ele veriyordu. Olumsuz olsa da duygulu olmalarına hisleniyordu. Çünkü yeryüzünde duygudan yoksun epeyce insan yaşıyordu. Duygu olumsuz yanıyla değerlerle ters düşse de, zaman zaman insani bir durumdu. 
Yenilenme adına bir nefes alıp mola vererek, gereksiz birçok ayrıntı ve zırvayla yorulan hayatının dinlenmesini sağlıyordu. Bu gidişlerin dönüşü, kısa süreli tazelenme demekti. Tıpkı çiçek açmış, çiçekleri meyveye dönmüş bereketli bir ağaçtı. Artık bu haliyle doğanın bir parçası olduğunu daha iyi anlıyordu. Doğa hayattı, hayat var olma sürecinde insandı. 
Yolculuğu kalabalıktı. İnsan yoğunluğunun içinde kendini belli eden bir yanı vardı. O, diğerleri gibi asla olamazdı. Türkülerin ve doğanın hayranı, dostuydu. Devasa bir kuşun gövdesine tutunan yüzlerce insanla birlikte yolculuk başladı. Kanatlar açıldı, açılan kanatlar yüksek bir gürültü eşliğinde çırpınarak hızlandı. Kuş hızlandı, hızlandıkça yüküyle birlikte havalandıkça havalandı. Bulutların üstüne çıkmasıyla, hız kavramının yok olması sağlandı. 
Zamansız bir mekanda sanki hareketsiz, olunan yerde sayılıyordu. Burası zamansızdı. Yitirdiklerimiz yoksa burada mıydı? Tam yaşanacak, düşlerden kalma bir alandı. Burası gidişine güzellik katıyor, geride kalan sevdiklerinin acısını yok etmese de epeyce azaltıyordu. Acılarla dolu yüreği biraz serinliyor, gözleri artık umutla bakıyordu. Gidilende heyecan, dönülende gözlerde tertemiz bir dünya vardı…