Son iki gündür yaşadığımız olaylarda Polis, aslında Polisi yönlendiren ve emirleriyle halkı polisle karşı karşıya getirenlerin yanlışını yazarlarımızdan üstat Oktay RİFAT, köşesinde şu sözcükler ne de güzel özetlemiş:
“Polis sert müdahalede bulunmasaydı bu olayların hiçbiri yaşanmazdı. Halk yürüyüşünü yapar sloganını atar ve dağılır giderdi.”
İşte gerçek bu kadar yalın, bu kadar berrak ve net. 
Başta Sayın Vali COŞ ve Adana’nın “İstihbaratçı” Emniyet Müdürü Sayın GÜRKAN da, eminim idrakindedirler, sokaktaki sade vatandaşın da görgüye dayanan yargısı da bu.
Sayın Vali COŞ konumu itibarıyla, bir de kendisini birden içinde buluverdiği - o gün bu gün süregelen- malum zıtlaşmanın gerginliğinde, muhtemelen derinliğine nüfuz edememiştir;
Adana “Ebrusu” gerçekten “çok renkli”; bu “Ebru”nun ürünü Gençlerimiz gurur duyulacak, gerek beyin gerek onun ürünü düşünce ve bunu eyleme geçirecek fiziki yapı ve görünümlerini bütünleyen zenginliktedirler.
Önceki gün ve dün Atatürk Parkında, Atatürk Caddesi ve Ziyapaşa Bulvarında, Sular kavşağında, Polisin gaddarca hücumlarından kaçtıkları ara sokaklarda dahi onların vakur, metin ancak kararlılıkla, Atatürk’ün emanetini korumakta kararlılıkları, Cumhuriyetimizin emin ellerde olduğunu görmekle, eminim benim gibi tüm Atatürkçüleri sevindirdi; Adanalı olarak gençlerimizle iftihar ettim.
Ve muhakkak, Atatürk ve Çağdaşlık düşmanı yobazlar, onların emir kulları, emperyalist uşakları da ürkmüştür.
Bir iftihar sebebi de Allahına kurban olduğum Aziz Adanalılar!
Olayların olduğu çevredeki işyeri sahipleri, apartman sakinleri, polisin gaddarca saldırdığı hemşerilerini korumak için seferber oldu.
Yanlışı, haksızlığı ve bunlara yönelik tepkiyi dile getirirken gördüğü zalimane/gaddarca  tavırlardan etkilenenlerle Adana, Cumartesi Pazar kenetlendi, bütünleşti;
Bu, anlayana kocaman bir derstir!
Sayın Vali ve Sayın Emniyet Müdürü, haydi ilk gün neyse, ancak Pazar günü, hem olanca deneyimleri, AKP İktidarında adeta bir “Polis Devleti” olmaya yaklaşan teknik olanakları, hem Sayın Gürkan’ın bizzat deneyimli bir istihbaratçı olmasına rağmen, bir avuç provokatörü ayıklayıp, ezici çoğunluğu söz ettiğim pırıl pırıl gençlerimizi daha hayatın baharında kendi devletlerinin polisine ezdirmenin ızdırabını yaşamları boyunca atamazlar, veballerinden kurtulamazlar.
Sayın Emniyet Müdürü (Pazar günü için) “Polise taş atmayın” dedikten sonra yürüyüşe izin vermiş(!)
Sayın Gürkan lütfen dikkatle okuyunuz; Sayın Vali Coş, yazdıklarımı tahkik ettirip teyidini almak çok kolay;
02.06.2013 Pazar günü saat 16.30 sularında, yollar çok ötelerden kesildiğinden, oldukça dolambaçlı olsa da Atatürk Parkına geldik. Pırıl pırıl gençlerimiz büyük bir coşku içinde demokratik haklarını kullanmaya hazırlanıyorlardı.
Bu arada tam yeri söylemeli, gerçi bilirsiniz ya; Kanun, iktidara sahip olanın buyurduğudur, Parlamento ürünü de olabilir, diktatörün iki dudağın arasından çıkan buyruğu da. Ve elbette hükmü buyuranın hükümranlığı ile sınırlı olup, demokrasi yoksa hukuka uygunluk aranmaz.
Ancak hukuk evrenseldir. 
Olağan dışı sayılmak gereken anti demokratik ortamlardan olağana dönüşte, anti demokratik yasalar yerini evrensel hukuka uygun olanlarına terk ederler.
Ülkemizde de örnekleri var: anti demokratik uygulamalar, kanuna dayansa dahi hukuka karşı ve hele sonunda insanlık suçu işlenmişse demokratik hukuk çerçevesinde bedeli de vardır;
Hiçbiri olmasa dahi “Mahkeme-i Kübra” da veballerin hesabı sorulmaz mı?
Her neyse, Pazar günü Atatürk Parkına geldik; gençlerimizin coşkusu, doğallıkla “Devlet marifetiyle uzatılan” yollardan gelip yorulanlara “gençlik aşısı” olsa da, beraberimdeki 65’lik delikanlıyla, yakın bir mekânda biraz dinlenelim dedik.
On-onbeş dakika sonra kalkıp Atatürk Caddesine çıktığımızda gençlerin Sular yoluna doğru, şarkılarla marşlar söyleyerek yürüyüşe geçtiğini görüp arkalarına takıldık; Atatürk Caddesi- Ramazanoğlu kavşağında ışıkları geçemeden, yani yürüyüşteki gençler daha 200-250 metre ilerlemeden Sular tarafından Polisin önce bir tür “Kimyasal” olan Gaz Bombaları attığını, TOMA’ların su sıktığını; Vali Caddesinden gelip Atatürk Caddesinden sağa (Sular’a) dönen koyu renkli, donanımlı polis araçlarının yürüyüş kolunu arkadan çevirdiğini (adeta iki ateş arasına aldığını), gazdan etkilenen gençlerin geri koşmakta olduklarını gördüm.
Açıkça ifade ediyorum: Polis gaz sıktı, TOMA’lar çevredeki evlere, işyerlerine tazyikli su sıktı, çevredeki evlerin içini de böylece mahvetti, bizim sığındığımız apartmanın kapısında, Milletvekilimiz Turgay DEVELİ TBMM Kartını gösterirken copla camı kırıp içeriyi biber gazı/Kimyasal ile doldurup bir manada ölümümüze sebep olacak şiddette davrandı. (O anları, GSM Telefondan irtibat kurduğum, Mülkiyeden sınıf arkadaşım, eski Vali, İçişleri Bakanı ve Emniyet Genel Müdür Yardımcılarından, AKP İstanbul Milletvekili Abdulkadir Aksu’ya, arka fonda polis bağırışlarını, camın coplanma sesi, insanların feryatları eşliğinde aktardım.)
Şimdi bu mu “Orantılı güç kullanımı” yanıtlansın lütfen!
Olaylar bunlardan sonra tırmandı. 
Hani Polis Müdürünün “Taş atmayın, yürüyüşe izin vereyim” demesi; Bazı çocukların buna rağmen taş atması var ya, hepsi, bizzat yaşayıp, yukarıda anlattıklarımdan sonradır.
Unutmadan ekleyelim: İlk “taarruzundan” sonra,  Atatürk Parkını kuşatan Polisin Atatürk anıtı kaidesine sığınan, İstiklal Marşı söyleyen gençlere ve parkın içine, hedef gözetmeksizin, evvelce parka çoluk çocuk gelip çimlere uzananları tahliye için uyarmadan ellerindeki silahlarla “içinde ne varsa, yetkililer bilir” atışlarını gözlerimle kuşbakışı seyrettim. Ancak hiçbir binanın damından kiremit atanı görmedim.
Fakat Pazar gününün gecesinde dahi pek çok evden tencere tava ile gençlere destek sesleri ortalığı inletti, yeri göğü çınlattı…
Göz var, iz’an var, vicdan var, akıl var, unutmayın yukarıda Allah var.
Hani o zalimin zulmü varsa mazlumun da Allahı var denilen…
Bence “itidal” tavsiyesi Polise yapılmalı; Nitekim Beyaz Saray sözcüsü de “Yetkililere” yaptı!
Masumane tepki gösterenler dağıtıldı amma, “seçim kazansın” istediklerinin Adana’da ümitleri de sıfırladı, teşekkürler!