Hayat sürülen yerkürede fert ve toplum münasebetleri tarihin her döneminde bir farklı davranış sistematiği ile karşımıza çıkabilir. Bu farklılaşma hareketliliği ise, toplumun sürekliliğini, canlılığını ve belki de dinç olabilme yeteneğini ayakta tutabilmektedir.

               Mükevvenatın bilinen tek idrak sahibi yaratılanı insan, düşünme ve bilinç nimetleriyle diğer canlılardan ayrılmaktadır ve ihtiyaç duyulan değişimde de başrolü üstlenmektedir. Biyolojik, sosyolojik ve psikolojik yönleriyle insan, toplumla ve yaşantısını devam ettirdiği mekân olan evren ile durağan olmayan bir münasebet içindedir.

               İnsanoğlunun gözlemlenebilen keskin özelliği, sosyal oluşudur. Lakin sosyalleşmiş melekelere ve toplumsal davranış ritüellerine sahip olması insanın ferdiliğini ortadan kaldırmaz. Ferdi müspet kimlik tekâmülü sağlanmadan ideal toplumsal olgunluğa kavuşmak mümkün olmaz. Toplumun homojen yapısı, toplumun ortak kültürünü oluşturacağı ve direkt olarak etkileyeceğinden dolayıdır ki, bireysel kimlik çekirdeğinin oluşum süreçleri bir toplum için oldukça önemlilik arz etmektedir.

               Kişilik ve kimlik özellikleri, farklı toplumların oluşumunun kaynağını oluşturur. Ebeveynler tarafından nesiller yoluyla aktarılan biyolojik ve psikolojik öğe eğilimleri, toplulukların bir toplumdaki yerlerini vücuda getirirler. Çekirdek ailenin ferde kazandırdıkları ile farklı toplum çevrelerinin, toplumun tüm kesimlerine dayattıkları müspet değerlerle; öncelikle bir ortak coğrafya adı, sonra bir dil adı, dil adı ve mümkünse de bir din adı oluşur. Bu ortak değerler kümesinin tamamı ise, o toplumun ortak kültürünü oluşturur.

               Örneğin farklı kimliklerden oluşsa da bir ortak kültür birlikteliğinin hayat sürdüğü toprak parçalarının bizleri ilgilendiren kısmına Anadolu diyebiliriz. Anadolu insanının vücuda getirdiği ortak doku ve bir tevhit birlikteliği yapılarak seçilmiş olan ortak isimlendirme “Türk Milleti” tanımıdır. Ancak bu tanım; sadece ismi ile müsemma anlamında bir isimlendirme değildir. Bu ortak doku isminde; bu coğrafyada yaşayan insanların tamamının ırk bağlamında bir ayniliğinin tarifi veya iddiası yoktur. Diğer tüm ülkelerde yaşayan onlarca farklı tebaadan olan insan grupları nasıl ki tek bir millet kimliği ile tarif ediliyorsa, “Türk Milleti” ifadesi de böyle bir kimliğin ancak kullanım ihtiyacının gerekçesidir. Bu ihtiyacın reddi halinde millet adı karşılığına örneğin 36 tane etnisite ismi doldurmak gerekecektir. Bu ise, kuvvetli bir birlikteliğin sürdürebilmesine kast anlamına gelecektir.

               Bu kast anlamını belirginleştirecek temel öğe şudur: Türkiye Cumhuriyeti özü itibari ile bir milli devlet olarak kurulmuştur. Onlarca farklı etnik kökenlere mensup olan Anadolu halkı; Bayrağı bir, Dini bir, Vatanı bir olan ve zengin ortak değer faktöriyelleriyle öz benlik ve kültürlerini mutlak değer addedip meşru saydıktan sonra, bir milli kimlik ihtiyacı ile birlikte, sosyal topluluk bedenlerini “Türk Milleti” adıyla isimlendirmişlerdir. Bu isimlendirmelerden rahatsızlık duymak, zaten devlet ve millet birlikteliğini kabul etmemektir.

              Şöyle ki; geçmişte kurulması tasarlanan bu milli devletin tüm mücadele evrelerinde, kurtuluşa giden bu müdafaa ve taarruz azminin beraberlik yeminlerinde bir etnik taksimat uzlaşması olmamıştır. Girilen bu toplu mukaddesat ve vatan savunmasının sonunda bir-iki veya etnik kökenler sayısınca devletler kurma hesapları yapılmamıştır. Milli mücadelede; zümrelerin hesaplayarak, tasarlayarak giriştikleri bir istiklâl kavgası da olmamıştır. Milli mücadele azminin temelinde; işgal ve manda düşüncesine karşı, her ferdin etnik köken ayırt etmeksizin ortaya koyduğu milli direnişin harcı ve hareketi olmuştur.