Kör kuyuların diplerinde ışığa hasretsin, gözlerin dört açılmış bir şey göremeden çaresizce beklersin.Sen ey el uzatıp karşılık göremeyen, alıcı kuşların sesiyle neden ürker bu yüreğin. Yalnızlık seninle doğmadı mı, umut seninle yağmadı mı..?Nelerden çekmedi ki bu ellerin şimdi el uzatmaya çekinir dalını tutmak için… Senlik mi diyorsun vazgeçmek, suskunluğa gömülüp sessizce düşten bulutlara tutunup göçmek! Göçmek, bilinmez fakat herkesçe sonsuzluk denen aleme! Yiğit değil miydin, o gür sesini meydanlarda haykırma sebebi hak gözettiğin eşitlikçi bir düzene erişme gayreti diyordun. Ne oldu! Bırakmaya meyilli bu gidişe boyun eğmişsin diye kabul mü edelim… Bu; ruhunun tükenmişliğine, asla kabul edilmeyecek çaresizliğine, sanrılara hapsolmuş bedeninde yılgınlığına ne diyelim söyler misin? Koca Haydar! nasıl bir yolculuk bu anlat bize bizde bilelim. Girdiğin ve kalkamadığın rüya nedir biz de görelim. Dönüşü olmayan yolculuksa anneni dinle geri dön, Hızır’ı bizde anne bilelim… 
Derin uykular sarmalında ki sürekli işittiği seslerden en olumlusu bunlardı. Bunları dinlemeli, annesine yürümeli ve bu yolda ilerlemeliydi. Haydar’ın başucunda hissettiği ve elinin üzerinde elini var ettiğini düşündüğü, hayata tutunma çabası annesi yeşil gözlü Gülizar… Güzelliği ömre zarar! Peşinden koşan niceleri olmuş gençliğinde, beğenip gönül verdiği de… Ama söyleyememiş, kimi uygun gördüyse kendince babası ona vermişti. Babasının uygun gördüğü gününü geceye çevirmiş, ömrünü ziyan etmişti.İçten içe kaderine ağlayıp çocuklarının kaderi kendisi gibi olmasın diye uğraşıp durmuştu. 
Bu yeşilgözlerden damlalar hiç eksik olmazdı. Yaşamı içinde çekmediği çile kalmayan; yazı kışa baharı kuşa takılıp giden, her mevsimi zemheri yaşayan gün görmemiş bu yorulmuş bedenle düşe kalka son demlerini yaşıyordu. Nasıl ağlamazdı, Haydar da kendisi gibi gün yüzü görmemişti. Tükenmesini istediği, bir türlü tükenmeyen günleri acılarla ve baskılarla geçmiş, hiç istemese de ne yazık kikaderleri birbirine benzemişti…Alnına yazılmıştı bu görünmez yazı, silmek mümkün değildi. Nerede ne yazılmış bilinmezdi. 
Hayalle karışık uzadıkça uzayan bu derin uyku artık ölümü andırıyordu. Yakasına sarılıp kendi kendini uyandırma gücü bile yoktu. Henüz düşünme ve analiz yetisini kaybetmemiş, sanrılardan gizlediği zihninin köhne yanıyla bu yolculuğunun gerçekliğini sorgulamaya başlamıştı. Yolculuk olarak gördüğü bu çıkmaz sokak geri dönüşü olmayan çaresizlikten başka bir şey değildi. Çaresizliği ise keskin iç yakıcı gözyaşlarını istemsiz akıtan bir ayrılığı anımsatıyordu. Bu derinliklerin içinde karman çorman olan duygularından bihaberdi. Ne hissettiğini kendi dahi bilmiyordu. Git gide daralan yaşamı içinde dönüp duruyor, bu haline son verecek tutunacak bir dal bulamıyordu. Birkaç damla hissetti ellerinin üzerinde, bir türlü çıkamadığı derin uyku halinde… İç çekti cam kenarı koltuğunda (yatağında!). 302 Mercedes’in bu koltuğu kendini dört bir yandan hareketsiz bırakan karabasana dönmüştü.  Artık bu koltuk ve yolculuğu gerçekliğini sorgulatır durumdaydı. Sanrıları özlemlerini gidermeye, olmayanı oldurmaya çalışmakta kusursuz işliyordu. Yine olağanca hızla devreye girmişlerdi. 
Her yeni güne doğan güneşin karanlık olmadan kıymetsizliğini örten yanı sıcaklığındaydı. Bu sıcaklık acılarla dolu bir yüreği anımsatıyordu. Kor haline dönmüş bu yüreği bedenini yangınlara salıp kül edecekti. Artık bir karar vermeliydi. Burnuna çocukluğundan bu yana içini huzurla dolduran annesinin kokusu geldi. Ya bu belirsizlikler içinde kaybolmaya başlayan yolculuk gerçekti, ya da annesinin mis gibi kokusu…