Gün, bu yaz mevsiminde en olağan şekilde çok sıcaktı. Yorulmuşlardı. Soğuk bir şeyler içip biraz dinlenmek üzere bir yere oturdular. Adam sandalyesini kadının sandalyesine yanaştırdı ve gözlerinin içine bakıp da gülümsedi. Kadın da aynı şekilde bir tebessümle karşılık verdi ve bakışmalarla başlayan bu muhabbet sözlere döküldü.

 

F: Pazartesi günkü köşe yazının konusu ne olacak?

M: Pazartesi günkü köşe yazımın konusu ne olacak bilmiyorum.

F: Nasıl bilmezsin?

M: Pazartesi günkü köşe yazımın konusu sensin.

F: Ben mi? Benim neyimi yazacaksın ki?

M: Sadece seni yazacağım.

 

Yüzlerde bir gülümseme ve etrafta koca bir sessizlik belirdi. Bu sessizlik içinde dahi zaman öyle çabuk geçip, öyle çabuk değişiyordu ki, belki de asırların dahi eskitemediği tek bir şey vardı: O da, gerçek sevginin ta kendisiydi.

 

F: Beni nasıl seviyorsun?

M: Seni nasıl sevdiğimi kelimelerle ifade etmek ve bunun değerini ölçmek çok zor. Lakin sana kısa bir hikâye ile cevap vermek isterim. “Bir çocuk babasına değerini sordu; dünyalar kadar dedi baba. Çocuk dünyanın değerini sordu; beş para etmez dedi baba.” İşte ben de seni, değeri beş para etmeyen dünyalar kadar değil, ben seni tüm kalbimle ömrüm gibi, ruhum gibi, tıpkı ilk günkü gibi, kördüğüm gibi seviyorum. Peki, sen beni nasıl seviyorsun?

F: Bir hadisi şerif der ki: “Eğer bir kimsenin bir başkasına secde etmesini emretseydim, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim ve…” İşte ben de seni, tam olarak böyle seviyorum.

* * *

Maddenin sevginin önüne geçtiği günümüzde böyle bir sevgiye şahit olmak pek çoğuna pek de inandırıcı gelmiyordu. Çünkü geçmişten günümüze geldikçe bu denli dillere destan bir sevginin çok zor bulunduğu ve de çok nadir olduğu gerçeği ortaya çıkıyordu. Günümüzde birçok ilişki, güvenden yoksun olduğu için sağlam olmayan temeller üzerine inşa ediliyordu. Bu nedenledir ki, gerçek sevgiye ulaşmak zor, hatta imkânsız hale geliyordu. Oysaki gerçek sevgiye ulaşmanın üç temel kuralı vardı ve bunlar: “Doğru zaman, doğru yer ve doğru kişi.” şeklinde tezahür ediyordu.

 

Ve sevginin bu gerçek haline ulaştığında insan anlıyordu ki, bazen bildiğimiz bazı şeyler aslında bildiğimizi sandığımız kadar doğru değildi. İnsan gerçek manada sevdiği zaman, sevdiği kişiye onu çok sevdiğini söylediğinde “çok” kelimesinin sevgi karşısında çok aciz kalıp yetersiz olduğunu; her gün O’nu görüp her an O’nunla beraber olunsa dahi “özlemin daha da yoğun olduğunu” ve buna her defasında şahit olunduğunu; belli bir süre sonra kişinin kendisi olmaktan çıkıp O’na benzediğini; tek bir gülüşte, tek bir bakışta dahi büyük heyecanlar yaşadığını; uyanıkken O’nu düşündüğü gibi, uykudayken de O’nu düşlediğini; her ne olursa olsun O’nun yanında olup diğerlerinden farklı olduğunu; her durumda O’na güven duyduğunu fark ediyordu.

* * *

Oturdukları yerden kalkıp da bir otobüse bindiler. Otobüs dolu olduğu için kadın oturmuş, adam ise hemen onun yanında ayakta durur vaziyetteydi. Birbirlerinin gözlerinin içine bakıp da görmüş oldukları o koca dünyada her ikisi de kaybolup gidiyordu.

 

F: Bir gün benimle ilgili hiçbir şeye inanmazsan dahi, içimde sana karşı beslediğim bu sevgiye güven.

M: Ben sana ve sevgine hiç kimseye ve de hiçbir şeye güvenmediğim kadar çok güveniyorum. Ve ben bu yüzden burada seninleyim.

F: Ben de sana ve sevgine çok güveniyorum. Ve ben bu yüzden seni çok seviyorum.

* * *

Unutulmamalıdır ki, sağlıklı her sevginin temeli, karşılıklı sağlanan güvenden ibarettir. Ve güvenin olduğu yerde sevgi, sevginin olduğu yerde de huzur vardır.

 

MURAT TAŞ